Kürt sorununda İsrail faktörü

24.12.2025 medyascope.tv

24 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Ne zamandır yapmayı düşündüğüm bir yayın bu; Kürt sorununda İsrail faktörü. Dün Roj Girasun'la yaptığımız Suriye üzerine yayında da bu konu karşımıza çıktı. Ankara'nın ve Şam'ın Kürtlerle kurduğu ilişkinin hep arka planında bir İsrail faktörü var. Yani Kürtlerin, SDG'nin, ülkenin kuzeydoğusundaki yapılanmanın İsrail'le ilişki içerisinde olup olmadığı, ilişkiye geçip geçemeyeceği üzerine hesaplar hep var. Bu çok şaşırtıcı değil. Fakat Roj'un orada dikkat çektiği bir başka husus var. Şam yönetimi kendini garanti altına almak için İsrail'in birtakım beklentilerini karşılıyor. Mesela Golan Tepeleri'ni artık haritadan çıkarttılar. Yani İsrail'i bir anlamda açıkça söylemeseler de bırakmış gibi duruyorlar. Ve Ankara da Şam'ın İsrail'le sertlik yaşamasını istemiyor. İyi geçinmesini istiyor. Çünkü İsrail'in Suriye'yi bir güvenlik tehdidi olarak görmesi hâlinde Şam yönetiminin işi çok zor olur. Ama aynı Ankara Kürtlerin İsrail'le muhtemel her türlü ilişkisinden çok ciddi bir şekilde rahatsız oluyor. Bunu aslında çözüm sürecinin başından beri de hep görüyoruz. Öcalan'la yapılan birtakım görüşmelerin bir zamanlar notları sızardı. Bir süredir sızmıyor. Engellediler bir şekilde ve o notlarda Öcalan'ın kendisine gelenlere sorduğu soruların içinde İsrail çok vardı. Gelenlerin de ona anlattıklarının içerisinde İsrail hususu, İsrail faktörü çok vardı. Mesela diyorlar ki heyettekiler, "Bizi hiç aramayanlar aramaya başladı." Hemen Öcalan soruyor: "İsrail'i mi kastediyorsunuz?" diye. Bir görüşmede saymıştım; sırf o görüşme notunda Öcalan'ın ağzından 20 kere mi ne İsrail lafı çıkıyor. İsrail çok önemli.
Neden önemli? İsrail bölgenin bir hegemonik gücü olma yolunda bayağı bir ilerliyor ve bu anlamda da epey bir mesafe katetti. İran'ı bile vurdu. Hizbullah'ı çok ciddi bir şekilde etkisizleştirdi. Hamas'a, benzer bir şekilde Yemen'e saldırıyor. Katar'a bile saldırdı. Böyle bir durumda İsrail. Her yerden saldırıyor ve böyle bir ortamda İsrail tarihsel olarak bölgede o az sayıda nüfusuyla var olabilmek için Arap olmayan topluluklarla, ülkelerle iyi geçinmeye çalışıyor. Her ne kadar birebir yakın olmasa da Azerbaycan'la ilişkisi böyle. Yıllarca Türkiye ile ilişkisi böyleydi. Devrim öncesi İran'la ilişkisi böyleydi. Ve şu anda İsrail bu konuda çok ciddi bir şekilde yalnızlaşmış durumda ve Arap olmayan bir topluluk olarak ve dört ülkede, bölgenin dört ülkesine dağılmış bir topluluk olarak Kürtler potansiyel olarak gerçekten İsrail için iyi bir müttefik. Dün ben bu yayını yapmaya karar verdikten sonra Gökhan Bacık çok güzel bir yazı yazdı. Medyascope'ta yayınladık. O da tam bu konuyu ele almıştı. Oradan çok istifade ettim. Gökhan'ın yazısını okumadıysanız muhakkak okumanızı tavsiye ederim. Gökhan orada bütün seçenekleri söylüyor ve önemli bir husus şu: Amerikan yönetiminin, Trump yönetiminin bölgede, Türkiye'de de, İran'da da, Suriye'de de ne yapacağını kestirmek çok güç. İsrail yanlısı olduklarını biliyoruz ama zaman zaman İsrail'le de tartıştığını biliyoruz Trump'ın. Dolayısıyla eskiden olduğu gibi ‘‘Amerikan politikası budur’’ deyip taraflar bir şeyler yapamıyor. Her an Trump bir pozisyon değişikliğiyle kişileri açıkta bırakabilir, aktörleri. Mesela Ankara'yı ya da Kürtleri ya da İsrail'i ya da Şam'ı.
Şu haliyle bakıldığı zaman Türkiye'nin önünde Suriye meselesi çok ciddi bir sorun olarak duruyor ve bunun aşılması lazım. Ve burada tabii yine Abdullah Öcalan faktörü devreye giriyor. Eğer Türkiye İsrail'in bölgede iyice güçlenmesini istemiyorsa, Kürtleri kendisine bir stratejik ortak yapmasını engellemek istiyorsa karşı adım atması gerekiyor. Bu karşı adım nedir? Şimdi Türkiye'de yaygın eğilim gözdağı vermek, gerekirse askeri operasyon yapmak, ki daha önce kuzeybatıda Türk Silahlı Kuvvetleri operasyonlar yaptı. Şimdi doğuya doğru gitmesi beklentisi var kimi çevrelerde. Ama bunun yerine Kürtleri doğrudan kazanma yoluna gidebilir. Aklın yolu bence bu. Birçok kişi de bunu söylüyor. Kürtlerin beklentisi de bu yönde. Ama bunun gerçekleşebilmesi için de Suriye'de Kürtlere bazı şeylerin verilmesi gerekiyor. Bazı şeylerin kabullenilmesi gerekiyor. Ve bu eşik aşılamıyor. Bu eşik aşılamadığı müddetçe burada İsrail faktörü çok ciddi bir şekilde devreye girebilir. Hele Suriye'deki Kürtleri etkisizleştirmek için askeri birtakım yollara başvurulacak olursa bu ihtimal daha da artabilir. Bugün Kürtlerin, sadece Suriye'deki değil değişik yerlerdeki, Türkiye dahil Kürtlerin İsrail'e çok da antipatik bakmadıklarını biliyoruz. PKK'nın ilk kuruluş yıllarında Suriye desteğiyle Lübnan'da Bekaa Vadisi'nde örgütlenmiş olması ve İsrail'le dönem dönem çatışmış olması önemli bir tarihî not. Ama genellikle özellikle diasporadaki Kürtlerde, ki bunlar Türkiye kökenli de olabilir, İsrail'e çok antipatik bakmama eğilimi giderek güçleniyor. Bunu da hesaba katmak lazım. Yani Türkiye Suriye'de ve Türkiye'de Kürtleri kazanma yolunda ciddi, inandırıcı, tatminkâr adımlar atmazsa bunların bir şekilde İsrail başta olmak üzere Türkiye'nin aleyhine olabilecek birtakım güçlere doğru yönelmesi kaçınılmaz olacaktır. Ama şu haliyle gördüğüm kadarıyla özellikle Öcalan faktörü dikkate alınırsa daha büyük eğilim, daha yoğun eğilim Ankara'yla iş birliği yapmak yolunda. Fakat özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın ya da Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler'in son dönemde yaptıkları açıklamalar gerçekten Türkiye'nin Suriye politikasının yansımalarıysa o zaman iş hayli zor demektir. Çok dikkatli olunması gereken bir husus burada Kürtlerin zaten mümkün olan İsrail'e yanaşma, İsrail'le stratejik ortaklığa girme eğilimini Ankara yanlış politikalarla güçlendirebilir, hızlandırabilir. Bakalım ne olacak diyelim ve ithafa gelelim.
Önce bir şey söylemek istiyorum. Geçenlerde bir eski cezaevi arkadaşım telefonla aradı. Hâl hatır sordu. Yanında bir başka arkadaş olduğunu söyledi. Onu bir süredir görmüyordum. Dedim ki ona: "Ne var ne yok görüşmeyeli?" dedim. Bana ilk söylediği şu oldu: "Ruşen, dede oldum." Ben de gıpta ettim. Çünkü ben de olmak istiyorum ama olmuyorum, olacağa da benzemiyor böyle giderse. Neyse... Mesajı alması gerekenler alsın burada. Geçenlerde TÜYAP'ta Murathan Mungan'ın onur yazarı olması vesilesiyle düzenlenen o toplantıya gittiğimizde Müge ile çok kişiyle karşılaştık yıllardır görmediğimiz, etmediğimiz. Birisiyle ilk kez sohbet etme imkanım oldu. O kişi de bana muhabbetin belli bir aşamasında aynen şunu dedi: "80 yaşında dede oldum." dedi. Ben de gıpta ettim. Kendisini de biliyorsunuz, oğlunu da biliyorsunuz. Evet, Mustafa Alabora. Benim hayatta çok sevdiğim tiyatroculardan. Ben de Galatasaray Lisesi'nde tiyatroculuk yapmış birisi olarak tiyatroya en azından bir dönem ilgim vardı. Mustafa Alabora hep bildiğimiz, sevdiğimiz birisidir. Hâlâ öyle. Oğlunu da biliyorsunuz; maalesef yurt dışında yaşamak zorunda Memet Ali Alabora, onun çocuğu olmuş. İngiltere'de yaşıyor bildiğim kadarıyla, Gezi nedeniyle yargılandığı için. Mustafa Alabora çekirdekten tiyatrocu diyelim. Annesi de tiyatrocuymuş, babası tenor ve İstanbul'da doğmuş, büyümüş birisi. Ama benim için hep bizden birisi. Çünkü hayatına baktığınız zaman görüyorsunuz. 12 Mart'ta iki buçuk yıl hapis yatmış. 12 Eylül'de Şehir Tiyatroları'ndan 1402'lik olarak tasfiye edilenler arasında yer almış. Ama bıkmadan usanmadan tiyatroculuğu, oyunculuğu, seslendirme de yapan birisi, sürdürmüş ve en önemlisi bütün bu süreç zarfında hep dik durmuş, ayakta durmuş, teslim olmamış. Böyle insanlar gerçekten kıymetli. Çok oluyor böyle, "Ya başka yerde mi doğmuş olsaydık daha iyi olurdu?" falan diyoruz ama işte böyle insanlar gelince; mücadeleci ama aynı zamanda sanatla, edebiyatla, önemli şeylerle kamu yararına işler yapan insanları görünce insan yine de Türkiye'de olmaktan çok da o kadar pişman olmuyor. 80 yaşında dede olan Mustafa Alabora'yı tekrar buradan da tebrik edeyim. Darısı başıma diyeyim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.12.2025 2025’in ardından: “Beni sürecim senin sürecini döver!”
27.12.2025 Suriye’de bilek güreşi sürüyor
26.12.2025 Sürecin gidişatı: Temkinli iyimserlikten temkinli kötümserliğe
25.12.2025 Kadın düşmanları ve ırkçılar el ele
24.12.2025 Kürt sorununda İsrail faktörü
23.12.2025 CHP’nin Kürt sorunu ve Leyla Zana sınavı
23.12.2025 Çözüm sürecinin önündeki Suriye engeli aşılabilecek mi? Roj Girasun değerlendiriyor
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
28.12.2025 2025’in ardından: “Beni sürecim senin sürecini döver!”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı