Açık Oturum: Bu süreçten nasıl bir çözüm çıkabilir? Altan Tan ve Mümtaz'er Türköne ile söyleşi

16.10.2025 medyascope.tv

16 Ekim 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Açık Oturum’u yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Uzun bir aradan sonra Medyascope'un Açık Oturum programlarından birini tekrar sunuyorum ve çözüm sürecini, yeni süreci konuşuyoruz. İki önemli konuğum, Altan Tan ve Mümtaz'er Türköne ile ‘’Bu süreçten nasıl bir çözüm çıkar?’’ diye bir başlık seçtik. Bunun üzerinden konuşacağız. Altan ve Mümtaz'er, hoş geldiniz.
Altan Tan: Hoş bulduk. Hayırlı yayınlar.

Ruşen Çakır: Mümtaz'er’le biz en son yine bir yayın https://medyascope.tv/2025/10/07/surecin-birinci-yili-uzerine-mumtazer-turkone-ile-soylesi-video/ yaptığımız için, önce seninle başlayalım Altan. Bayağı oldu görüşmeyeli, ama bu bir yılı dolduran süreç boyunca seninle birkaç kere yayın yaptık.
Altan Tan: Evet.

Ruşen Çakır: Önce şunu sorayım: Bıraktığımız yerden bugüne, bir yıl da doldu. İşler nasıl gidiyor? Sen nasıl görüyorsun? Buradan bir şey çıkacağa benziyor mu?
Altan Tan: Bana göre işler iyi gidiyor, ama ağır gidiyor. Bir şey çıkar mı dersen, bu, ne aradığınıza bağlı. Yani ne çıkmasını bekliyorsunuz? Ben başından beri sürece destek veriyorum. Can-ı gönülden destek veriyorum. Niye veriyorum? Bu sürecin iki bölümü var. Birincisi, PKK'nın silahları bırakması veya yakması, artık hangi metaforu kullanırsanız. İkincisi de, o silah bırakmadan sonra Türkiye'deki demokratikleşme. Bence bu konuda konuşanların büyük bir kısmı ikisini birbirine karıştırıyor veya bilerek karıştırıyor. Önce, niye bilerek karıştırıyor, onu söyleyeyim. Bunların büyük bir kısmı AK Parti'ye ve Tayyip Erdoğan'a karşı. ‘’Nefret’’ kelimesi biraz fazla olur diye ‘’karşı’’ dedim. Haklılar mı, haksızlar mı, bu da ayrı bir tartışma konusu. Bu karşı çıkanlar, ülkenin durumu, ekonomisi, demokratikleşmesi gibi haklı gerekçeler de öne sürebilirler. Onun için şöyle düşünüyorlar. Eğer bu süreç başarıya ulaşırsa, yani silahlar susarsa, bunun karşılığında da bazı demokratikleşme adımları atılırsa, özellikle PKK’lıları ilgilendiren kısımlar olursa, Tayyip Erdoğan puan kazanır, AK Parti puan kazanır ve bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde DEM Parti'nin oylarıyla erken seçim kararı alınır, İmralı ve Kürt siyasetinin önemli bir kısmı da Cumhur İttifakı'nın yanında konuşlanır. Oy verir, vermez, bir kısmı verir, bir kısmı vermez. Vermeyenler de sandığa gitmez. Yani en azından, Ümit Özdağ, Yavuz Ağıralioğlu, Müsavat Dervişoğlu ve CHP çizgisine gitmez. Bundan da AK Parti kârlı çıkar, Tayyip Bey bir sefer daha Cumhurbaşkanı olabilir. Onun için bu sürecin şu veya bu şekilde yaralanması lazım. Yani bilinçaltı veya bilinçaltından dışarıya yansıyan strateji bu. Başarılı olmasını istemiyorlar. Onun için dedim ya, başarı neye göre başarı?
Ben o noktada değilim. Ben süreci ikiye ayırıyorum. Bir, bu silahların, şiddetin, terörün, savaşın, ölümün bitmesi. Ondan sonra da demokratikleşme. Demokratikleşme olur mu, olmaz mı, ne kadar olur, ne zaman olur, tatmin eder mi, etmez mi, bu da ayrı bir tartışmadır. Ama her hâlükârda, önce bu PKK işinin silahlı boyutuyla bitmesi lazım. Çünkü Türkiye siyaseti 40 seneyi bunun üzerinden götürdü, manipüle etti. İki şey var. Birincisi, ‘‘Ülke bölünüyor, vatan elden gidiyor. Teröristler var. Dolayısıyla, vatan bölünürken başka hiçbir şeyi konuşmayın. Önce güvenlik’’ söylemi. İkincisi de, ‘’Din elden gidiyor. Müslümanlık elden gidiyor. CHP'liler gelirse şunu yapar, bunu yapar. Camide içki içer, bilmem nerede ne yapar, seccadeye basar.’’  Silahlar sustuğu an Türkiye normalleşmeye doğru gider, bu iş biter. Normalleşmeden kastım, bu tip argümanlar ve manipülasyonlar ortadan kalkar. Ondan sonra demokratikleşme olur mu, daha mı totaliter bir yere gider, bu, siyasi mücadelenin konusudur. Onun için, ben ikiye ayırıyorum. Önce ‘’silahlar susmalı’’ diyorum. Bu iş bitmeli. PKK’nın silahlı unsurları dağdan inmeli, sosyal hayata entegre edilmeli. Bunlarla ilgili kanunlar, yasalar çıkmalı. Ondan sonra da, o siyasi mücadele, Kürt siyaseti kendisini nasıl konuşlandırır? AK Parti kendini nasıl konuşlandırır? Muhalefet ne yapar?’’ bu, işin ikinci kısmı.

Ruşen Çakır: Şimdi burada istersen Mümtaz'er ile devam edeyim.
Altan Tan: Bir iki cümleyle sonuca bağlayayım. Dolayısıyla, başarıya ulaşır mı? Birinci kısmın başarıya ulaşacağı kanaatindeyim. İkinci kısma gelince, bu iş Suriye'ye bağlı biraz. Zaten birinci çözüm sürecinin de bozulmasının ana sebebi Suriye'ydi. Yani uluslararası güçler PKK’ya, “Sana orada bir güç, bir statü, bir devlet vereceğiz” dediler. O süreç bozuldu. Bugün de, o silahların susmasından sonraki süreç, büyük oranda Suriye'ye, Suriye'de olacak gelişmelere bağlı.

Ruşen Çakır: Onu da bilahare konuşuruz.
Altan Tan: Vaktim olursa onları söylerim, ama ben birinci kısmını can-ı gönülden destekliyorum. Mutlaka bu işin bitmesi gerekir. Ondan sonraki mücadelede de neler yapılması gerekir, olur ya da olmaz, ne zaman olur, Onu söylerim.

Ruşen Çakır: Mümtaz'er, geçenlerde Mehmet Uçum'un, “İki şeyi birbirinden ayırmak lazım” diye yaptığı bir analiz vardı biliyorsun. Bu, sanki bir devlet politikası şeklinde karşımıza çıkıyor. Önce barış ve demokrasi ayrımı ya da silahların yok olması, fesih ve demokrasi. Ama şunu da biliyoruz ki, baştan itibaren komisyonun adına da ‘’demokrasi’’ konuldu. Yani Altan'ın söylediğiyle Mehmet Uçum'un söyledikleri bayağı benzerlik taşıyor. Ama biz bu demokrasiyi baştan konuşmadan, kamuoyu, özellikle muhalif kamuoyu nasıl ikna edilecek?
Türköne: Bu galiba ikinci aşama. Silahların susması, yakılması, geri dönüşü olmayan bir safhaydı. O yüzden ben iyimserliğin ötesinde, o safhanın geçildiğini, yani aslında çözümün gerçekleştiğini düşünüyorum. PKK kanadından da, devlet kanadından da, ‘’Bu iş böyle yürümüyor. Tekrar silaha müracaat edelim veya iş kavgaya dökülsün’’ tarzında bir karşılığın geleceği zemin, iklim kalmadı. Demokrasiye gelince; galiba MHP'yi takip etmek lazım. Sürükleyici, lokomotif güç, Bahçeli ve MHP. Bahçeli, “Silahlar sussun” dedi. Bir sürü mesaj verdi. Hepsi gerçekleşti onların. Tam anlamıyla Öcalan muhatap olarak, onun muhatabı olarak karşılık verdi. O 27 Şubat'taki meşhur metniyle de tamamıyla önünü açtı. Yani bazı şeyler geri dönüşü olmayacak şekilde geride kaldı. Bu çözüm süreci adına, iyimserliğin ötesinde çok ciddi manada kazanımlar var. Demokrasi meselesi otomatik olarak kendiliğinden zorluyor. MHP de zorluyor bunu. En son dün, Feti Yıldız vatandaşlık tanımı üzerine çok uzun bir metin yazdı. Çok da önemli bir metin. Bahçeli’nin daha önce de Cumhuriyet Halk Partisi'nin hukukuna sahip çıkan açıklamaları oldu. Bahçeli çok ağır şekilde giydiriyor CHP'ye. Fakat aynı zamanda, Cumhuriyet Halk Partisi'nin lehinde, duruşmaların televizyonda yayınlanması gibi, tutuksuz yargılamanın gözetilmesi gibi, soruşturmalarının bir an önce bitirilmesi, iddianamelerinin hazırlanması gibi müdahaleleri oldu. Orada gördüğü şu: Bu süreç demokrasi olmadan ilerlemez. Demokrasi olmadan sonuca varmaz, bir sonuç elde edilemez. Yoksa MHP durup dururken CHP'nin hukukuna sahip çıkmaz. Bu yüzden, demokrasi aşaması, özellikle Feti Yıldız'ın bu vatandaşlık tanımı meselesi bir dönemeç olabilir. Yeni bir aşamaya geçiş olarak görülebilir. Demokrasiye geçiş, anayasa tartışmalarıyla olacak.  Bunun bir pratik, bir de teorik tarafı var. Pratik tarafı kayyum meselesinin çözülmesi, infaz yasasının çıkması, eve dönüşün gerçekleşmesi. Hakikaten, PKK’nın bugüne kadar aldığı mesafenin karşılığında, devlet adına PKK'ya yapılması gereken şeyler var; onların yapılması gerekiyor. Bunlar, demokratik iklimi de yumuşatacak, olumlu katkıda bulunacak gelişmeler olacak.
Fakat işin aslı, anayasa tartışması. Anadilde eğitim meselesi, dil ile ilgili meseleler ve Kürt siyasetinin öteden beri itiraz ettiği Anayasadaki vatandaşlık tanımı gibi konular. İlk dört maddenin tartışmaya açılacağını sanmıyorum. ‘’Eşit vatandaşlık’’ diye ifade edilen hususlar ki bunların içine dil de giriyor. Bunları konuşmaya başlayacağız. Demokrasi bu. Aslında konuşmaya başladık ve dile getiriliyor. Yani DEM’in de, MHP'nin de senkronize bir şekilde Cumhuriyet Halk Partisi'nin hukukuna sahip çıkması, aslında demokrasi tartışması anlamına geliyor. Çözüm sürecinin demokrasi olmadan yürümeyeceği, işlemeyeceği anlamına geliyor. O yüzden sahip çıkıyorlar. Başka bir açıklaması yok. Ben, çok kritik safhaların geride kaldığını ve önümüzde, geçen senenin Ekim ayından daha fazla umutla bakacağımız bir yolun açıldığını görüyorum. Anayasa tartışmasına, Feti Yıldız'ın ‘’vatandaşlık’’ tanımı gibi çok kritik bir yerden bir giriş yaparsam, bunun devamı mutlaka gelir.

Ruşen Çakır: Altan, burada şu anda bir tıkanma var gibi. Komisyon çalışmalarını izliyorsundur. Komisyon şu ana kadar dinleme yapıyordu. Dinlemeler bitti. Yarın Numan Kurtulmuş Diyarbakır ziyareti yapacak. Komisyondan da gidenler olacakmış. Haftaya, MİT Başkanı, Milli Savunma ve Dışişleri Bakanlığı’nın, ilk başta yaptıkları gibi kapalı oturumda sunumları olacak. Ondan sonra da komisyon yasalar üzerinde çalışmaya başlayacak. Ama ortada çok ciddi bir mesele var: Öcalan'ı dinleme meselesi. Orada hâlâ bir belirsizlik sürüyor. MHP istiyor, DEM Parti istiyor. AK Parti'nin isteyip istemediğini henüz tam bilmiyoruz, alenen ne ‘’evet’’ dediler, ne de ‘’hayır’’ dediler. Ama mesela İYİ Parti ya da Zafer Partisi, yani komisyona dâhil olmayanlar, bunun üzerinden karşı propaganda yürütüyorlar. Sence nedir doğrusu? İyi bir fikir mi?
Altan Tan: Bence Öcalan’la da görüşülmeli tabii. Zaten Öcalan'la görüşülüyor. Yani bunlar tamamen kamuoyunu hazırlamaya, bir şekilde ikna etmeye, tepkileri düşürmeye, yumuşatmaya yönelik. Yoksa Öcalan’la zaten görüşülüyor. Komisyon gidip neyi konuşacak? Yani bugüne kadar konuşulanları kim konuşuyor? Devlet yetkilileri konuşuyor. MİT başkanı mı konuşuyor? Diğer personeller mi konuşuyor veya bizim bilmediğimiz başka siyasiler de gidip konuşuyor mu, o kadarını bilmiyoruz. Ama sonuçta Öcalan'la konuşuluyor ve bu yeni değil. Bir sefer değil, belki on sefer, yirmi sefer, elli sefer konuşulmuş bu zaman zarfında. Sadece, komisyonun da bu işe müdahil olması, işin bir üst safhaya intikali için törensel bir şey. Bence onda da bir mahsur yok.

Ruşen Çakır: Ama tam da, “Bu, törensel bir şey” dediğin için…
Altan Tan: Hemen oraya geliyorum. Tabii bazı törensel hareketlerin de yansımaları olur, tepkiler oluyor. Şimdi MHP bunun önünü açarken, böyle bir şey olduğu zaman AK Parti, ‘’acaba nasıl yansır, ne olur, eksisi ne olur, artısı ne olur? Biraz daha yumuşatalım’’ diye biraz daha kamuoyunu yokluyor. Dediğim gibi, bu törensel şeyin de gerçekleşmesinin benim açımdan bir mahzuru yok. Bir başarıya ulaştığı vakit de toplum tepki vermez. Başarılı olan bir şeye karşı çıkmaz toplum. Karşı çıkanlar olur, bağırır çağırır, etkiler, şöyle oldu, böyle oldu...’’ Ama sonuç iyiyse, varılan yer iyiyse onların hepsi boşa çıkar. Bana göre konuşulmalı.

Ruşen Çakır: Daha önce de konuştuk. Bu bağlamda yine sorayım: Burada taraflar var, yani Kürtler ve Kürt olmayanlar ve devlet var. Bir tarafın baş aktörü Öcalan. Sen bir Kürt olarak ve bu hareketin içerisinde yıllardır olan birisi olarak, bu seni rahatsız ediyor mu mesela?
Altan Tan: Öcalan Kürtlerin hepsini temsil etmiyor. Hepsini temsil etmediği için, işi sadece onunla götürmek, ona tabi olmayanlar, son dönemde MHP lideri Devlet Bahçeli'nin de belirttiği gibi onu önder kabul etmeyenler tarafından tepkiyle karşılanır. Onları da yumuşatmak lazım. PKK’nın dağdan inmesi, dağdan inenlerin sosyal hayata uyum sağlamaları, bu yasaların çıkarılması, cezaevindekilerin büyük bir kısmının çıkması, süren davaların düşmesi... Mesela benim de bir sürü devam eden davam var. Yargıtay’da olanlar var. Bu, PKK ile ilgili bir şey. Öcalan'la da görüşülür, DEM’le de görüşülür, PKK'lılarla da. ‘’Görüşülür diyorum da, lafın gelişi diyorum. Zaten görüşülüyor. Bunların hepsi oluyor. Süreç böyle bir günde buraya gelmedi. Ama ondan sonrasında, demokratikleşmenin, Kürtlerin demokratik haklarının, kimlik haklarının, statülerinin, pozisyonlarının, PKK’nın dışındaki bütün Kürtleri muhatap alarak konuşulması gerektiğine inanıyorum. Böyle bir sürecin olması gerektiğine inanıyorum.
Ama şu an, bu safhada muhatap, PKK. Çünkü dağdan inecek olan PKK, cezaevinden çıkacak insanların önemli bir kısmı, %80’i, 90'ı PKK ile bağlantılı. Davası sürenlerin de önemli bir kısmı öyle. Çok az bir kısmı benim gibi farklı sebeplerle olmuş. Onun için, bu safhada Öcalan ve PKK muhatap alınır. Ama ondan sonrasında, tabii ki PKK’nın temsil ettiği o siyasi akım da, DEM Parti de, onlara ilaveten diğer bütün Kürtler ve Türkler, Türkiye'de yaşayanlar muhataptır. Bunu buraya sıkıştırdığınız vakit, sadece PKK ile sonuna kadar götürdüğünüz vakit, karşı tepkiler de gelir. Hem Türkiye'den gelir hem de diğer Kürtlerden gelir, ki ben de sadece PKK ve DEM’le gitmesinin doğru bir hareket olduğunu düşünmüyorum. Bir de şuna bir parantez açayım: “Altan, Mehmet Uçum da, senin dediklerini söyledi,” dedin. Ben Mehmet Uçum'un geçmişte söylediklerine, isim vererek defalarca karşı çıktım. Mehmet Uçum'un benim söylediğim noktaya gelmesi beni sevindirir. Ben asla onun durduğu yere gitmem, ama eğer benim durduğum yere gelmişse, böyle konuşmuşsa beni sevindirir.

Ruşen Çakır: Ben ona benzetirken, sana eleştiri anlamında söylemedim.
Altan Tan: Olsun. Ofsayttan gol atmayı seversin sen.

Ruşen Çakır: Öcalan bahsini bir de Mümtaz'er’den dinleyelim. İşin normali bu mu?
Türköne: Kürt ulusalcılığı diye bir şey var. Bu, PKK'nın dışında bir damar.  Ben soruyorum, sorduğum zaman aldığım cevaplara da ortalamayla bir rakam buluyorum. DEM’in dışında, PKK'ya ve Öcalan'a bağlılık duymayan %20’lik kadar bir kesim var. Bunlar da ulusalcı. Bir ulus-devlet ideali gibi şeylerin peşinden gidiyorlar. Öcalan bunu reddetti. Senin sorduğun soru, benim de merak ettiğim ve cevabını da bilmediğim bir şey aslında. Şiddetin gölgesi, silahın gölgesi Kürt siyasetinin üzerinden kalktıktan sonra, Suriye'de ENKS ile PYD arasında iki blok halinde tartışmalar, müzakereler, anlaşma çabaları devam ediyor. Daha doğrusu KDP ile PYD arasında. Türkiye'deki Kürt siyaseti de çoğullaşır mı? DEM'de temsil edilen Kürt siyaseti biraz daha gerilere iner. Ona karşılık, mesela sol Kürt siyaseti, sağ Kürt siyaseti veya liberal Kürt siyaseti gibi bir şey çıkar mı? Ümit Fırat'tan başka da liberal Kürt yok piyasada.

Ruşen Çakır: Var. Başkaları da var.
Türköne: Ümit Fırat'ınki farklı. “Ben liberalim” diye giriyordu hemen topa.  Altan Bey'in cevabını verebileceği bir soru. Ben bilmiyorum cevabını. Çözüm süreci sonuca varırken, yani nihai sonucunu önümüze koyduğu zaman, Kürt siyasetinde de bir çoğullaşma, bir yelpaze ortaya çıkar mı? Merak ettiğimiz şeylerden biri bu. Ben bu konuda hüküm veremem.

Ruşen Çakır: Ben yıllar öncesinden şöyle bir şey hatırlıyorum. O tarihte partilerin adları sürekli değiştiği için DEP ya da HDP olabilir. Bir belediye başkanıyla muhabbet ediyordum. Çok sevdiğim birisidir. Bana, “Ben liberalim. Ama burada da çok solcu var aslında. Onlarla normalde anlaşamıyorum, ama Kürt meselesi var olduğu için hepimiz aynı yerdeyiz. Şu iş çözülse de hepimiz kendi partilerimizde siyaset yapabilsek” diyordu. Şimdi mesela Öcalan liderliğindeki Kürt hareketi belli bir aşamadan sonra dindarları da bayağı kapsamaya başladı, değil mi?
Altan Tan: Evet. Bundan sonra daha da fazla kapsayacak. Kapsamak zorunda.

Ruşen Çakır: Peki, buradaki çoğulculuk, yani en azından çoğulluk var. Çoğulculuk var mı bilmiyoruz, ama çoğulluk var ve şu anda bir ortak davada büyük ölçüde birleşmiş gözüküyorlar. Daha sonra bir çözüm olması hâlinde, Kürt kamuoyu bu çoğulluğu yaratıcı bir şekilde sürdürebilir mi?
Altan Tan: Ben Mümtaz'er Bey'in sorusuna cevap olarak da söyleyeyim. Teorik olarak sürdürebilir. Silahlar susmuşsa teorik olarak sürdürebilir, ama pratik olarak çok olabilecek bir şey değil. Niye? Biraz böyle kategorize edeyim. Kürt siyaseti kabaca üçe ayrılıyor. Birisini çıkaracağız, iki kalacak. Kimdir o çıkaracağımız? Hiçbir şey istemeyen, “Memleket bu hâlde, bu kadar da yeter. Artık bırakın bu Kürtlüğü, Müslümanlığı. Bu kadar Müslümanlık da yeter. Bu kadar Kürtlük de yeter, işimize, gücümüze, ekonomiye bakalım” diyenler. Bunları devre dışı bırakıyoruz. Siyasallaşanları konuşuyoruz. Bunlar ikiye ayrılır. Bir, ulusalcı Kürtler ki öyle bir tasnif yaptınız zaten. Yani Kürt ulusalcılığı. Bu nereden başladı? Ta 1940'larda. Hatta daha geriye, Sevr anlaşmasına kadar giderseniz, dört parça birleşik, bağımsız Kürdistan... O, bugüne kadar geldi. Hâlâ da, şu an DEM Parti dışında, PKK’nın dışında, siyaset yapan Kürt partileri ki çoğunun ismini bile bilmiyorum. Ben de bilmiyorsam kimler biliyor, onu da bilmiyorum. Bunlar hâlâ o ulusalcı çizgide devam ediyorlar. Bir, ulusalcı Kürt siyaseti. İki, entegrasyon, yani birlikte. Özgür Özel'in de dediği, Tayyip Bey'in de dediği, Devlet Bahçeli'nin dediği ‘’ortak vatan, Kürtlerin bu devlete ortak olması, demokratikleşme’’ kulağa çok hoş gelen şeyler. Ama olur, olmaz, dediğim gibi o ayrı bir şey. Ulusalcıların bir şansı yok. Fazla uzatmadan sonuca geleyim. O Kürt ulusalcılığı yapan çizginin şansı yok; bağımsız bir Kürdistan, dört parça birleşik bir Kürdistan, laik veya sosyalist ya da komünist. Komünist Kürt Partisi bile var. Ama bunların şansı yok. Çünkü bunların halkta bir tabanı yok. Bir dernek kadar bile güçlü değiller.
Şimdi gelelim ikinci kısma. Şu an denilen ‘’ortak vatan,’’ demokratik cumhuriyet. Bu, olur, olmaz, ne kadar olur, o ayrı bir şey. Burada da, bu biraz DEM’e bağlı; ona yeni PKK’nın diyelim. Çünkü PKK buharlaşmayacak ve bu insanlar yine siyasetin içinde. Tamam, silahı bıraktı, ama partisi var, derneği var, vakfı var, Avrupa'da örgütlenmesi var, Ortadoğu'da var. Var da var. Sonuçta bunlar bir siyaset ortaya koyacaklar. Eğer DEM Parti kapsayıcı, iyi bir entegrasyon projesi ve içinde muhafazakârların, dindarların, liberallerin de olduğu bir şekle doğru giderse, ki Öcalan'ın yeni bir parti kuracağından bilmem neye kadar bir sürü spekülasyon var şu an, -olur, olmaz, onu da demiyorum, ‘’yaparsa, ederse’’ diye konuşuyorum-, yine siyasal alanın ve sivil bir alanın büyük bir kısmını kapsar. Çünkü örgütlü ve güçlü.
İkincisi, AK Parti ne yapacak burada? AK Parti yine kendi kadrolarını, milletvekillerini, belediye başkan adaylarını, yöneticilerini, ağırlıklı olarak, hiçbir şey talep etmeyen Kürtler, korucular ve eski unsurlarla mı götürecek? Yoksa AK Parti de kendi içerisinde bir ‘’Kürt operasyonu’’ yapacak mı? Yani bu entegrasyona katkı sağlayacak aktörleri ve siyaseti devreye sokacak mı? Bu, birbirini etkileyecek. AK Parti yapabilirse, AK Parti güçlenecek. DEM bunu yapabilirse, yani yeni PKK diyelim, yapabilirse, o güçlenecek. İkisi birden yaparsa, bence en iyisi bu, Birbirini destekleyecek. Bu işler daha kolay olacak. Tabii burada bir de HÜDA PAR unsuru var. Bölgede onun da belli bir tabanı, belli bir gücü var. Onlar nasıl bir yöne doğru gidecek? Yani bir örgüt olmaktan çıkıp siyasallaşacak mı? İşte bu üç unsurun tavırları belirleyici olacak. Ama tekrar söyleyeyim ve burada durayım. Bazı şeyleri de tekrar tekrar söylemeyeyim. Kürt ulusalcılığı yapan, arkaik solculuk yapan, komünistlik yapan, geçmiş dönemde kalanların bir şansı yok.

Ruşen Çakır: Ben burada, kaynaklardan ve konuya hâkim olan insanlardan şöyle bir şey biliyorum: Öcalan'ın kafasında şöyle bir olay var: Bu komisyon ve Meclis, en azından ilk aşamada, silahlı eylemlere karışmamış kişilerin eve dönüşünü mümkün kılacak bir yasayı çıkartırsa, özellikle Avrupa'da, Batı’da sürgünde olan siyasetçileri Türkiye'ye getirip, mesela Kasım sonunda DEM Parti’ye bir kongre yaptırmak, o gelenlerle birlikte yeni bir parti kurmak. Muhtemelen partinin adı da değişecek. Zaten Demokratik Cumhuriyet Partisi gibi bir isim telaffuz edildi. Anladığım kadarıyla şöyle bir şey olacak: Ankara'da yeni bir parti kurulacak, bunun içerisinde, uzun zamandır Türkiye'de olmayan birtakım siyasetçi, eski belediye başkanı, milletvekili gibi isimler olacak. Ama bu partinin esas karargâhı İmralı, yani Öcalan olacak. Daha sonra da Kandil’deki unsurların, militanların, yöneticilerin kademe kademe gelmesiyle onların da eklemleneceği bir şey olacak. Bu senaryo nasıl? Sana ilginç geliyor mu? 
Mümtaz’er Türköne: Çok ilginç. Öcalan'ın oynayacağı rol konusu herhalde tartışma dışı; ona kimse itiraz etmez. Mutlaka çok belirleyici bir konumda olacak Kürt siyaseti açısından. Fakat Öcalan'a Kürtler nezdinde dokunulmazlık zırhı kazandıran, onu çok yüksek bir yere yerleştirmelerini sağlayan, şu anda cezaevinde olması. Dışarıya çıktığı zaman, beklenenin tam tersine cazibesi büyük ölçüde azalabilir. Ben yazdığı o görüşme notlarını okuyorum. Teorik olarak çok güçlü bir tarafı var. İyi hazmetmiş, stratejik düşünüyor, taktik adımlarını ona göre öngörüyor. Fakat pratikle çok alâkası yok. Yani pratiğe cevap verme konusunda, biraz pratiğin içinde kalması lazım. O yüzden hatlar karışabilir. Çok iyi bilmiyorum. Ayrıca, Kürtler adına fikir yürütmek gibi bir hataya düşmek de istemiyorum. Mesela hemen böyle bir manevrada, birdenbire o şiddetin gölgesi, silahın gölgesi de kalkacağı için, Kürtler bundan da iyice emin olurlarsa ve Öcalan anarşizme varan çok ileri sol sosyalist söyleminden sıyrılırsa, şu anda DEM’in içinde olan biraz daha muhafazakâr, orta tipteki Kürt siyaseti ayrışabilir. Altan Bey bunu daha iyi bilir. Hepsini de tanıyor tek tek. Fakat doğal olarak, işin doğası gereği böyle bir ayrışmanın da olması gerekiyor. Öcalan’ın bayağı anarşizme varan görüşleri var; komünal toplum tasarımı anarşist bir tasarım. Ekolojist. Bunların karşılığı olmasa da… Bir de ben şuna dikkat ediyorum. Öcalan bazı şeyler söylüyor. Kürtler bunu hiç tartışmıyorlar. O ‘’norm devlet nedir?’’ meselesini benden başka tartışan olmadı. Nedir bunun arkasındaki?

Ruşen Çakır: Öyle diyorsun ama bir şekilde dipten dibe yapıyorlar bir şeyler.
Mümtaz’er Türköne: Bu tartışmanın artık bizim duyabileceğimiz yerlerde olması lazım. Kamuoyuna mâl olması lazım. Mesela bu demokratik toplum meselesine, entegrasyon meselesine gelirsek: Entegrasyon meselesini enine boyuna tartışmadılar. Bütün bunların hepsinin tartışılacağı zeminler, aynı zamanda farklı fikirlerin vücut bulmasını da getirir. Önümüzdeki dönem, demokrasi, kurumlarıyla, kurallarıyla, pratiğiyle işler hâle gelirse, doğal bir şekilde bir çoğullaşma ortaya çıkabilir, Öcalan'ın etkisi de azalabilir. Fakat Kürtler için 41 yıllık bir tecrübe var tabii. Bu tür siyasi değerler onun kendi yarattığı şeyle ortaya çıkmaz. Kendi eseri olmaz. Ona verilenlerle, ona atfedilenlerle olur. Kürtlerin de atfettiği bir değer var. Bunun farkında olmak lazım. ‘’PKK ayrı, Kürtler’’ ayrı söyleminin hiçbir anlamı yok bu anlamda. Ben Öcalan'ın elbette tayin edici bir rol oynayacağını, fakat pratiğinin ne olacağı konusunda da kuşkularım olduğunu söyleyebilirim.

Ruşen Çakır: Altan, demin anlattığım türden bu isimlerin büyük bir çoğunluğunu sen yakından tanıyorsun. Beraber vekillik yaptınız ya da senin vekillik yaptığın dönemde belediye başkanı olup, şimdi yurtdışında olan çok kişi var ve bu hareketin içerisindeki kişilerin büyük çoğunluğu da çok tecrübeli. Orada silahlı eylem gibi şeyler olmadığı için onların geri dönmesini oluşturmak çok daha kolay. Onların da katılımıyla yeni bir parti kurma fikri mevcut. Ama burada bir de Selahattin Demirtaş faktörü var. Seninle daha önce de konuştuk.
Altan Tan: Evet.

Ruşen Çakır: Demirtaş yine çıkamadı. 8 Ekim’de çıkması bekleniyordu ama çıkamadı ve birileri, bunu Öcalan’ın istemediğini söyledi. Öcalan'ın fiilen yöneticisi olduğu, bu yeni parti için, yani Demokratik Cumhuriyet Partisi fikri için ne diyorsun? Eskiden de belki öyleydi, ama şimdi devletin de onun zeminini hazırladığı, Öcalan'ın fiilen yöneticisi olduğu ve yurtdışındaki tecrübeli isimlerin de katılımıyla bir partinin kurulması ve tabii Demirtaş’ın bu partinin neresinde olacağı fikrine ne diyorsun?
Altan Tan: Bunu biraz Demirtaş'ın kendisi belirleyecek. Nasıl belirleyecek? Önünde iki yol var, ki başta o yolu, Öcalan'a rağmen bir siyasal misyon inşa etmeyi denedi. Bunun en önemli göstergesi 2019 seçimiydi biliyorsunuz. Son anda İmralı'dan bir mektup geldi. “Bu bir devlet oyunudur, sahtedir, aslı yoktur” dediler. Bir sürü spekülasyon yapıldı. Ama sonradan bu işin aslının olduğu anlaşıldı. Öcalan hâlen de öyle düşünüyor. Yani o tarihteki CHP'ye verilen desteği yanlış görüyor. Cumhur İttifakı’yla bu işlerin götürülebileceğine inanıyor. O zaman da inanıyormuş, bugün de öyle. Ama Selahattin Bey, ‘’Bu mektup ciddi midir, değil midir, sahte midir?’’ veya ‘’Öcalan hakikaten böyle mi düşünüyor, böyle düşünmüyor mu?’’ bunları bilen birisidir. Bilmeme ihtimali yok. Ben biliyorsam, o da bilir. Kaldı ki bu, 2013'teki ‘’Seni başkan yaptırmayacağız’’ sürecinde de oldu biliyorsunuz; Şimdi Öcalan yeni görüşme notlarında bunun çok yanlış olduğunu, Sırrı Süreyya ile Selahattin'in büyük yanlış yaptıklarını söylüyor. Bu, görüşme notlarında var. Öcalan'ın durduğu yer devlet, AK Parti. Selahattin ilk dönemde, Öcalan'a rağmen, Öcalan çizgisinin karşısında bir siyaset yaptı. Ama son sinyaller öyle değil. İmralı'dan gelen sinyaller, onun bu süreci desteklediğini, Öcalan'ı, Bahçeli'yi, Tayyip Erdoğan'ı, onların bu yeni siyasetlerini desteklediğini söylüyor. Hatta, “Bu işi başarana kadar Allah onlara uzun ömürler versin” diye kendi yazısı çıktı. Ben, “Bunu Selahattin Demirtaş belirleyecek” derken tam da bunu söylemek istiyorum. Yani diyelim ki çıktı, bir gün çıkacak. Keşke şu an çıksa, bu iş de bitse. Ne yapacak, ne edecek, nasıl olacak? Ya, kendi doğruları neyse, neye inanıyorsa müstakil bir siyaset izleyecek ya da bu oluşan siyasete, şu anki siyasete eklemlenecek.
Selahattin Demirtaş'ı öne sürenler, ben böyle konuştuğum zaman da hoşlarına gitmiyor. Sanki benim Selahattin Demirtaş'a veya bir başkasına bir tavrım var gibi anlaşılıyor. Öyle değil. Ben politikalarına karşıydım geçmiş dönemde de. Yani o hendek döneminde de, sonraki ‘’seni başkan yaptırmayacağız’’ söylemine de, bunların hepsine karşı çıktım. Zaten dışarıda olmamın sebebi de bu. Yani şu anki politikaları o gün de destekliyordum. Döndü dolaştı, iş o noktaya geldi. İnşallah buradan iyi bir yere doğru gider. Yoksa Selahattin Bey'le veya bir başkasıyla benim hiçbir şekilde şahsi bir alışverişim yok. Selahattin Bey çıktıktan sonraki bu süreçte veya Selahattin Bey'i şu an en fazla destekleyenler, parlatanlar diyelim, şöyle bir ümit içerisindeler: ‘’Tamam, burada bir siyaset oluştu.’’ İşte bam noktası burası, o da şimdi söyleyeceğim şey. ‘’Bu iş böyle giderse Kürt siyaseti Cumhur İttifakı’yla yürüyecek. Önce, Erdoğan'ın tekrar aday olabilmesi için Mecliste bir oy desteği verilecek. Sonrasında da, açık veya kapalı, dolaylı veya doğrudan, seçimlerde de bir destek sağlanacak.’’ Böyle olursa, bu, şu an oluşmuş Tayyip Erdoğan karşıtı, AK Parti, Cumhur İttifakı karşıtı cephenin ciddi bir yara alması demek. Bu cephede kimler var? Kaptan köşkünde CHP var. Saydım, bir daha sayayım: İYİ Parti var. Yavuz Ağıralioğlu ve partisi var. Ümit Özdağ var. Diğer eski Kemalistler var. Türk Ulusalcılar var. Var da var. Kürtler bu cepheden ayrışacak, yani kabaca ayrışacak. AK Parti'deki zaten ayrışmış. DEM’deki Kürt de ayrışacak. Onun için Selahattin Demirtaş'tan beklentileri şu: ‘’Çıksın ve bu dengeyi bozsun veya ayrı bir siyasi hat meydana getirsin.’’ Yani tekrar geçmişte olduğu hatta destek versin. Veya ‘’burada bir çatlak meydana gelebilir mi?’’ Onun için çok dikkatli konuşmaya çalıştım. Kimseyi rencide etmeden, kırmadan, dökmeden bir analiz yapmaya çalıştım. Bunun kararını Selahattin Bey verecek. Keşke şu an çıksa. Çıksın, bakalım kendisine göre ayrı bir siyasi hat mı takip edecek? Veya bu oluşan yeni dengeye, yeni bloklaşmaya can-ı gönülden ve hiç fazla bozmadan, eleştirmeden de bir destek mi verecek? Destek vermeye kalktığı an, ki bence şu an destek veriyor, benim kendi kanaatim bu, destek verdiği an, şimdiye kadar Selahattin Bey'e destek veren, parlatan, öne süren bütün çevreler küfretmeye başlayacak. Bu da trajik bir durum, yani trajikomik. Bana göre trajikomik, ama ortama göre trajik bir durum. Bu sefer, Selahattin Bey'i minareye çıkaranlar, tekrar aşağıya indirmeye başlayacak. Durduğu yere göre. Bana göre destek vermesi lazım, ki şu anda da destek veriyor. Benim gördüğüm de o. Çünkü yazdığı mektuplar var, tavrı var. Mesela İmamoğlu'nun içeriye alındığı günden bu yana, bu durumu eleştiren tek bir tweet’i veya beyanatı yok.

Ruşen Çakır: Sen ne diyorsun Demirtaş konusunda Mümtaz’er?
Mümtaz’er Türköne: Ben Altan Bey'in çok aşırı, aktüel politikaya endeksli bir analiz yaptığını düşündüm.
Altan Tan: Evet. Tabii aktüel politikaya endeksli.
Mümtaz’er Türköne: Fakat burada ciddi manada bir statüko değişimi var. Yani CHP sadece Selahattin Demirtaş'a değil, Osman Kavala'ya da, Can Atalay'a da sahip çıktı. Çünkü Selahattin Demirtaş 8 Ekim'de çıksaydı, bu bizim şikâyetçi olduğumuz adaletsizlik, hukuksuzluk duvarı dediğimiz duvardan çok önemli bir taş, hatta kilit taşı çekilmiş olacaktı. Duvar yıkılacaktı. Selahattin Demirtaş bırakılınca, arkasından, diğerleri için mecburen AİHM kararları, AYM kararları uygulanacaktı. Aktüel politikaya o kadar uygun bir şekilde Cumhur İttifakı’na yakın duran bir adamı da içeride tutmazlardı; bir formül bulurlardı. Mesele, demokrasi meselesi. Türkiye, süreci demokrasi olmadan yürütemiyor. Netice alma anlamında yürümüyor da. Öcalan'ın kendisi de ‘’norm devleti’’ diye ayırıyor. “Ben hükümetle muhatap değilim. Onlarla konuşmuyorum. Benim muhatabım norm devlet” diyor. Bu, aktüel siyasetin dışında, kalıcı bir şeylerin hesaplandığını gösteriyor.
Selahattin Demirtaş meselesi aktüel siyasetin meselesi değil. Bir demokrasi meselesi, bir hukuk meselesi. Hakkında verilmiş üç tane AİHM kararı var. Ve siz AİHM kararlarının uygulanamadığı, anayasanın uygulanmadığı, yani anayasanın 90. Maddesinin uygulanmadığı bir ülkede, Kürtleri eşit ve onurlu vatandaşlar hâline getirme konusunda bir iddiada bulunamazsınız. Buna kimseyi ikna edemezsiniz, inandıramazsınız. Aynı şekilde, CHP Selahattin Demirtaş'a sahip çıkarken, DEM de CHP'ye sahip çıktı. Çok açık, aleni bir şekilde bu tutuklamalara karşı çıktı, tutuklu yargılamalara karşı çıktı. CHP'nin tasfiyesine çalışıldığını söyledi. Muhalefete karşı haksızlık yapıldığını söyledi. Karşılıklı olarak, bir Demirtaş üzerinden, bir de, CHP'nin belediye soruşturmaları üzerinden paslaşmalar oldu. Gerçekten Selahattin Demirtaş çıkmış olsaydı, ki ben de çıkmasını umuyordum, bekliyordum, çıkmış olsaydı, Türkiye'de demokrasi adına bir eşik aşılmış olacaktı. Çözüm süreci de yeni bir aşamaya geçmiş olacaktı. Yoksa Demirtaş çıkmadan, mesela Öcalan'ın umut hakkının çıkması imkânsız. Öcalan için önce yolu yapmak lazım, yumuşatmak lazım, havayı iklimlemek lazım. Onun ilk adımı da Demirtaş'ın çıkmasıydı. Fakat Altan Bey'in anlattıklarından çıkardığım şöyle bir sonuç var. Çok anlayamadığım bir şey benim. Kürt siyasetinde kişisel tavırlar çok önemli. Yani kişiler üzerinden...
Altan Tan: Bütün siyasetlerde önemlidir. Amerika'da da, İngiltere'de de. Yunanistan'da Papandreou, Miçotakis, hepsi böyle arka arkaya gider. Amerika'da baba-oğul arka arkaya cumhurbaşkanı oldu. Yani dünyada öyledir.
Mümtaz’er Türköne: Bizde, Türk siyasetinde, AK Parti'de de, MHP'de de öyle, Kürt siyasetindeki kadar ikinci, üçüncü isimlerden bahsedemiyorsun. Ama Kürt siyasetinde çok fazla tanınan isim var. Hakikaten saygı da gören, tanınan, bilinen çok fazla isim var. Altan Bey de onlardan biri mesela. Öyle değil mi? Bu, kişilere endeksli analizlere ve gelecek projeksiyonlarına biraz daha dikkatli yaklaşmak gerekir diye düşünüyorum. Çok önemli bir sorun, Türkiye'nin esaslı, 100 yıllık bir sorunu çözülüyor, bunu kişilere endeksli çözemeyiz. Mutlaka yapısal değişim gerekiyor. Meselenin mutlaka anayasal düzeyde ele alınması gerekiyor. Statükonun yeniden oluşturulması gerekiyor bu ülkede. Hatta bölgesel dengelerin bile. Türkiye sadece kendi içindeki Kürt sorununu çözmeyecek. Bölgedeki bütün Kürtlerle de sorunlarını çözecek. Suriye'dekini de çözmek zorunda. Suriye’deki sorun da artık Türkiye'deki Kürt sorununun bir parçası hâline geldi. Suriye'nin meselesi değil mesele. Türkiye'nin meselesi artık. O yüzden, önümüzdeki dönemde Kürtler, kişiler etrafında yeniden gruplaşarak, yeni siyasi oluşumlar başlatabilirler. On iki, on üç tane ülkücü parti var mesela, değil mi? Ona benzer bir şey çıkabilir. Fakat Kürt toplumundan görecekleri karşılık önemli.
Altan Tan: Evet.
Türköne: Kürt toplumundan göreceği karşılık anlamında da, şu anda parlak iki tane isim var: Biri Öcalan, öbürü de Selahattin Demirtaş.
Altan Tan: Evet. İşte ben de onun üzerinden analiz yaptım. Önce, şunu çok netleştirmem lazım: Selahattin Bey haksız yere, gereksiz yere çok uzun bir süre cezaevinde kaldı. Hiç girmemesi gerekirdi. Bugün bırakılması lazım. Yarın öbür gün, şuna buna bağlı değil. Birincisi bu. İkincisi de, şunu söyledim yine net anlaşılmak için. Şu an Selahattin Bey üzerine hesap yapan belli odaklardan bahsettim. Bunun kararını Selahattin Bey verecek. Çıktığı vakit ya Öcalan’a ve oluşan mevcut dengeye destek verecek ya da farklı bir siyaset izleyecek. Benim gördüğüm de şu an destek verdiği noktasında. Onu söylüyorum.

Ruşen Çakır: Nasıl toparlayalım? Son sözlerinizi alayım. Yayının başlığı ‘’Bu süreçten nasıl bir çözüm çıkar?’’ Sen aslında başta söyledin. Silah bırakma çıkar. Demokrasi çıkıp çıkmayacağını bilemiyoruz.
Altan Tan: Onu beraber göreceğiz.

Ruşen Çakır: Peki, en önemli tehlikeler ne sence?
Altan Tan: Bence burada sürecin düğüm noktası Suriye. 2013'teki ilk çözüm süreci Suriye'ye kurban edildi. Hep böyle ‘’dış güçler, Batı’lı güçler’’ diye sayarız. İsterseniz tek tek sayayım, isterseniz boş verin, fazla zaman ayırmayalım. Bizim siyasetteki arkadaşlarımıza da maalesef, maalesef diyorum, çünkü şahit olduğum bazı şeyler var. Ben de o dönemde, Biden Başkan Yardımcısı olarak İstanbul'a geldiği vakit, Amerikan Büyükelçisinin evinde verdiği resepsiyonda, Biden’ın özel olarak, ismen görüştüğü birkaç milletvekilinden biriyim. Ne konuşuldu, ne söylenildi, ne yapıldı, bunları biliyorum. Kimisi direkt söyledi, kimisi dolaylı söyledi, Alman Büyükelçisi başka söyledi, Fransız Büyükelçisi başka söyledi, Joe Biden başka söyledi. Bunların ne söylediklerini de bütün canlı yayınlarda anlattım. Benim hayatımda gizli saklı bir şey yok. Öyle, “Yok, kendime saklayayım. Öldükten sonra yayınlansın” diye bir şey yok. O birinci çözüm sürecinde PKK’ya şunu söylediler: “Ortadoğu'daki sınırlar değişecek. Suriye bölünecek. Kürtlere de orada bir bölge vereceğiz. Siz bırakın Türkiye'deki bu işleri, bize odaklanın. Tayyip Erdoğan diye birisi de olmayacak. Onun için, sizin bu yaptığınız görüşmelerin, konuşmaların hepsi suya yazı yazmak.” 2016 darbesinden öncesini söylüyorum. Bu tabirlerin bazısı, benim anladığımdır. Yani birebir öyle değilse bile, “Siz bize destek verin. Biz de size destek verelim.” Birinci çözüm süreci, kaba tabirle Suriye'ye kurban edildi.
“En son söylemek istediğin nedir?” dedin ya, bana göre en önemli dönüm noktası Suriye'dir. Çünkü Suriye'deki Kürtlerin durumu… ‘’Tek millet, tek devlet ‘’algısı. Tamam, tek, tek, tek. Ama neler tek, neler çift? Mesela şimdi Azeriler, yani Azerbaycan Türkleri… Azeri demenize kızıyorlar, bundan hoşlanmıyorlar, Azerbaycan Türkleri, benim bildiğim, 500 senedir, Şah İsmail'den bu yana varlar. Ondan geriye gidin, Timur’a, Orta Asya Türklerine. Osmanlı'daki siyasi otoriteyle bunların tamamı çarpışıyorlar. Ama bugün iki millet, tek devlet veya tek millet, iki devlet gibi değişik metaforlar yapılıyor. Bunlar çözülüyor. Şimdi ne tek, ne çift ve nasıl, bunların tartışılması lazım. Suriye'de de Kürt var, Türkmen var, Nusayri var Arap Alevisi, Dürzî var. Yani şimdi herkes Arap mı olacak? Mesela İslamcı Ahmed eş-Şara, devlet kurulurken adını yanlış koydu. Bunu da Hakan Fidan destekledi. Suriye Arap Cumhuriyeti. Sen İslamcısın. İslamcının Pers Cumhuriyetiyle, Türk Cumhuriyetiyle ne alâkası olur? Suriye Cumhuriyeti diyeceksin. Suriye İslam Cumhuriyeti de desen yine anlaşılır. Çünkü ideolojin öyle. Küba Komünist Devleti desen anlaşılır. Adam komünist, sen İslamcısın, Müslümansın. ‘’Suriye İslam Cumhuriyeti’’ de demiyorsun, ‘’Suriye Arap Cumhuriyeti’’ diyorsun. Bu İslamcı kesimden birisiyle ciddi polemikler yaşadım. Adını da verebilirim de bıktım adamdan.

Ruşen Çakır: Ben biliyorum.
Altan Tan: Bildiğin bir adam. Çünkü sana da bindirmişti. Epey söz saydı hepimize. Arkadaşlara, “Bu ‘Arap Cumhuriyeti’ lafı doğru mu, yanlış mı?” diye bir soru soruyoruz, “Siz PKK yandaşısınız. Ruşen’in zaten dinle imanla alakası yok. Sen de sapıtmışsın” diyor. Bana da dünyanın lafını söyledi. Arkadaş, yanlış bu. Yani ‘’Suriye Cumhuriyeti olacak’’ bu. Demokratik bir anayasa yapılacak. Yönetim şekli? Federasyon yok, tamam. Otonomi yok. Peki, nasıl olacak? Yani herkes Arap mı olacak? Mesela Arapçanın yanında Kürtçe anadili eğitim olacak mı? Vilayet meclisleri olacak mı? Valiyi halk seçebilecek mi? Benim çözümüm, Suriye'de federasyon ve otonomi değil. Adına bunları demeden, vilayet sistemi, hatta eyalet bile demiyorum.

Ruşen Çakır: Adem-i merkeziyet.
Altan Tan: Adem-i merkeziyet. Mesela Kamışlı bir vilayet olur. Halep bir vilayet olur. Anadilinde eğitim hakkını, şunu bunu, hepsini verirsin zaten anayasada. Valiyi halk seçer. Ben bunu çok anlattım, tekrarlamayayım rakam vererek. Oralar çok iyi bildiğim yerler. Kayınvalidem Suriye vatandaşı, binlerce akrabamız var. Kamışlı'da Kürtlerin en yoğun olduğu yerde bile Arap ve Kürtler yarı yarıya. Belki seçimde vali Arap olur, onu bilemezsin. Ama ver bu yetkiyi. Şahsen benim çözümüm vilayettir, yani eyalettir. Ve bu yetkileri de eyalet meclisine, yani vilayet meclisine ver. Hatta vilayet, eyaletten daha küçüktür. Vilayet meclisine ver. Halep'te veya Kamışlı’da kaç tane Türkmen okulu açılacak? Kaç tane Kürt okulu açılacak? Buna onlar karar versin, ama anayasaya da bunları koy. Şimdi Türkiye ve Ahmed Şara… Yine her şeyi yanlış telaffuz ettikleri gibi adama Şara diyorlar, ama adamın adı Arapça telaffuzuyla Şarah. Arapların Erdoğan'ı telaffuz edemeyip böyle komik şekle sokmaları gibi yanlış telaffuz ediyorlar. Şimdi Ahmed Şarah kurar anayasasını, sistemini, yetkilerini, bu vilayetleri de oluşturur. Ondan sonra, “Tamam, bunlar silah bırakıyor veya bırakmıyor” der. Bunların hiçbirisi konuşulmuyor şu an. Tamam, Türkiye de Suriye'de federasyona karşı, otonomiye karşı. Peki, ne istiyorsun? Yani nasıl bir yönetim? ‘’Tek millet, tek devlet’’ derken, herkes Arap mı olacak? Yani Türkiye'de Türk, orada Arap veya herkes Sünni, herkes Şafi veya Hanefi mi olacak? Ne olacak? Bence sorun oradadır. Şu an bu bütün sürecin, Türkiye'nin içindeki ve dışındaki sürecin can alıcı noktası odur. Çünkü Allah korusun, eğer orada iş bir silahlı çatışmaya giderse, ki ben gideceği kanaatinde değilim, ümitliyim, giderse, bütün bu işlere büyük zarar verir.

Ruşen Çakır: Benim bildiğim kadarıyla bayağı bir olumlu gelişme var.
Altan Tan: Bence de öyle. Evet. Ben de öyle görüyorum. Öyle düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Sen nasıl bitirmek istersin Mümtaz'er?
Mümtaz’er Türköne: Başlangıçta Suriye çözüm sürecinin tetiğiydi. Tetiğe basıldı, silah ateş aldı. Şimdi, Suriye çözüm sürecinin bir parçası. Suriye'ye endeksleyerek, Suriye şartına bağlayarak çözüm sürecini okumak, şu aşamadan sonra çok doğru değil. Çünkü Suriye'deki problem, buradaki çözüme göre çözülecek. Aslında bir sürü problem de çözülüyor. Nusaybin’in açılması, Süleymaniye Havaalanı’nın açılması…
Altan Tan: Daha açılmadı Nusaybin. 
Mümtaz’er Türköne: O konuda bir tartışma var.
Altan Tan: Açılsın. Çünkü biz de bekliyoruz. 12, 13 senedir görmediğimiz akrabalarımız var. Böyle saat sayıyoruz, onlar da, bizler de.
Türköne: Böyle bir böyle bir beklentiniz var, ama çok kuvvetli bir beklenti.
Altan Tan: Evet hepimizde var. Onlarda da var, bizde de var.
Mümtaz’er Türköne: Süleymaniye Havaalanı’nın açılması, petrolün akması. Bunların hepsi aslında bir ekonomik refah yolunun açılması anlamına geliyor. Kendiliğinden ekonomik refah, toplumun içinde bulunduğu şartlar, bu tür adımlarla iyileştiği takdirde çözüm de güçleniyor. Ben de senin gibi iyimser düşünüyorum, Altan Bey de öyle düşünüyor. Suriye meselesinin de artık problem olmaktan çıktığını düşünüyorum. Bu tabii bizimkilerin iradesine bağlı değil. Yukarıda Amerika'nın da onayı gerekiyor Suriye konusunda. Kürtlerin güvenliğini sağlamadan, bir ulus-devlet, üniter devlet yapısı içinde Kürtleri eritemezsiniz Suriye'de. Nüfusları ne kadar az olursa olsun, mutlaka güvenliklerini sağlama konusunda teminatlara ihtiyaçları var. Bu teminatları verecek olan da Şam değil, Türkiye.
Altan Tan: Evet.
Mümtaz’er Türköne: O yüzden çözüm kolay.

Ruşen Çakır: Evet, arkadaşlar, çok sağ olun. Altan Tan ve Mümtaz'er Türköne, sizlerle birçok şey konuştuk.
Altan Tan: Evet.

Ruşen Çakır: Hayırlara vesile olsun inşallah. 
Altan Tan: Özet olarak ben ümitliyim. Destekliyorum. Ağır aksak gitse de, eksikler, bazı yanlışlar olsa da, günün sonunda işin başarıya ulaşacağına inanıyorum.

Ruşen Çakır: Evet. Ben de destekliyorum ve bu yüzden çok dayak yiyorum.
Altan Tan: Kemal Sunal'ın meşhur bir filmi vardı, “Getirin mazlumu,” diyordu. Bizim zaten kaderimiz mazlum. Canları sıkıldı mı bizi dövüyorlar.

Ruşen Çakır: Öyle. Evet, Mümtaz'er Türköne ve Altan Tan'a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
24.10.2025 Hopa’dan sevgilerle
23.10.2025 Diyelim ki mahkeme Kılıçdaroğlu’nu yeniden CHP’nin başına geçirdi…
22.10.2025 Çözüm sürecini sabote mi ediyorlar?
21.10.2025 Suriye’nin karmaşık dengeleri: Savaş yok ama barış da yok! | Amberin Zaman anlatıyor
20.10.2025 Türkiye’nin Kürtçe ile sınavı
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
18.10.2025 Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel ile Hafta Başı (47): İBB Borsası tartışması sürüyor | CHP’den AKP’ye transferler | Komisyondan ne sonuç çıkar?
17.10.2025 DEM Parti heyeti İmralı’ya tünel mi kazdı?
17.10.2025 Haftaya Bakış (288): Çeteler, operasyonlar, cinayetler, Muhalefet içi kavgalar, Yeni Yargı Paketi
26.10.2025 23 Haziran 2019’da Demirtaş Öcalan’a rağmen, hatta ona inat olarak mı İmamoğlu’nu destekledi?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı