Merdan Yanardağ ''Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz'' bildirisini neden imzaladığını anlatıyor

05.08.2025 medyascope.tv

5 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Stüdyoda konuğumuz, ilk kez Medyascope’ta ağırladığımız bir meslektaşımız, Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ. Biz Merdan'la aynı mahallenin çocuklarıyız. Aynı yıl aynı ilkokuldan, Çağlayan’daki Ziyapaşa İlkokulu’ndan mezun olduk. Merdan hoş geldin.
Merdan Yanardağ: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Şimdi hemen damardan bir soruyla gireyim. Senin de ilk imzacılarından olduğun ‘’Ülkemizin Uçurumdan Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz’’ başlığıyla yayınlanan bir imza kampanyası var. Dün bununla ilgili bir yayın https://medyascope.tv/2025/08/03/turkiye-ucurumdan-yuvarlanmak-uzere-mi-video/ yaptım. Türkiye Komünist Partisi'nin başını çektiği söyleniyor, ama birbirinden farklı isimler var ve her gün yeni imzalar geliyor. Orada bir duruş var. Tabii doğrudan sürece yönelik bir gönderme yok ama süreç döneminde yapılan Lozan’ın gözden geçirilmesi, ümmetçilik, Yeni Osmanlıcılık gibi spekülasyonlara bir gönderme var ve tam da sürecin ortasında çıktı. Sen de imzacılardansın. Bu olayın süreçle ilişkisi nedir? En azından, imzacılardan olduğun için senin açından nedir? Sürece karşı bir bildiri mi bu?
Yanardağ: Hayır. Sürece karşı bir bildiri olsaydı imzalamazdım. Çünkü sürece doğrudan karşı değilim. Belli eleştirilerim olmakla birlikte, Tele1'deki canlı yayınlarda süreci desteklediğimi, Tele1'in de böyle bir pozisyona sahip olduğunu ilan ettim zaten. Ama bildirinin yayınlanma tarihiyle, komisyonun oluşturulma tarihinin birbirine çok yakın olması böyle bir algılamaya da yol açtı. İmzacılar arasında sürece doğrudan karşı olanlar bulunabilir, ki var olduklarını görüyorum. Ama bu bildirinin yayınlanma sebebi süreci eleştirmek değil. Fakat Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ın, ‘’Osmanlı Milletler Topluluğu’’ gibi kavramları kullanması, Lozan'ın tartışılması, bu ifadelerin bildiride geçiyor olması, süreçle ilişkilendirildi. Aslında emperyalizmin Ortadoğu'da yeni bir planlama hazırlığı içinde olduğu, belki Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yeni bir etabın planlandığı bir döneme gönderme yapan bir bildiri esas olarak.
Süreci şöyle ele almak mümkün. Daha doğrusu ben öyle bakıyorum. AKP- MHP koalisyonu tarihsel ve siyasal ömrünü doldurdu. Ömrünü uzatmak için siyasal zor kullanıyorlar. Adliye ve polis gücü gibi devletin şiddet aygıtlarına başvuruyorlar. Bu süreci götürebilmeleri için demokratik muhalefet blokunun, kimilerinin ‘’Türkiye ittifakı’’ olarak ifade ettiği, ama hayat içinde kendiliğinden, mücadele içinde oluşan bir demokratik muhalefet bloku var. Bu bloku parçalamadan AKP'nin, mevcut iktidarın, bu amaçlara ulaşması mümkün değil. Bu nedenle ‘’İmralı süreci’’ denilen bir süreç başlatıldı. Zaten sen de çok iyi bilirsin ki, siyasal olaylar, olgular, insanların niyetlerinden bağımsız olarak nesnel süreçlerin bir ürünüdür; onun zorlamasıyla ortaya çıkar. İktidarı zorlayan bu. Çünkü 22 yıllık iktidar döneminde, belki cumhuriyetin kurumlarını -artık geriye ne kaldıysa- büyük ölçüde tasfiye ettiler, ama kendi rejimlerini kuramadılar. Görgüleri, bilgileri, müktesebatları, birikimleri, insan kaynakları buna yetmedi. Rüküş bir siyasal hareketle karşı karşıyayız esas olarak.
Bir yanıyla siyasal İslamcı bir geleneğe, bir harekete, değerlere dayanıyor. Bir yanıyla da siyasal İslamcılığı bir sermaye birikim modeli, bir aracı olarak kullanan ve Türkiye'de bir yağma düzeni, bir talan düzeni kurmaya çalışan bir iktidarla yüz yüzesin. Kurulmak istenen düzenin sınıfsal dayanaklarını oluşturabilmek için yeni bir zenginler sınıfı yaratılmaya çalışılıyor. Bu sınıfa burjuva demek de çok mümkün değil. Belki lümpen burjuva demek daha uygun. Sonuç olarak muhafazakâr, İslamcı bir oligarşi oluşmuş durumda. Fakat Türkiye'de bir hibrit rejim de kuramadılar. Yani Pakistan gibi değil. Yer yer seküler hayat alanlarının olduğu, esas olarak kamusal düzenin ‘’İslami ilkelere’’ göre yönetildiği bir ülke değil. Bir ek süreye ihtiyaç olduğu anlaşılıyor ve ‘’kutlu dava’’ dedikleri bir hedef var. Bunun için de yeni bir döneme, 5 yıllık, belki 10 yıllık bir süreye daha ihtiyaç duyuyorlar.
AKP'nin ya da Erdoğan AKP iktidarının siyaset planlamasını şöyle değerlendiriyorum: Anayasa değişikliği yapabilmek, muhalefeti paralize etmek ve kendilerine en uygun bir tarihte Türkiye'yi erken seçime götürerek iktidara yeniden el koymak. Fakat hiç kimsede bir kral otoritesi, bir imparator iradesi yok. Yani hayat ve siyaset, birçok etken tarafından belirleniyor. Birçok siyasal güç, bir mücadele içinde o hayatı belirliyor. Burada yaptıkları ilk iş, bir yandan CHP'li belediyeleri kent uzlaşması nedeniyle ‘’siz teröristleri, Kürtleri belediye meclislerine soktunuz’’ diye suçlayıp tutuklarken… Mesela bu, 2023’te benim tutuklanma gerekçemdi. Ben ‘’Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılsın. Yakınlarıyla, avukatlarıyla görüşsün. İçeride de neredeyse filozof oldu, çünkü okumaktan başka bir şey yapmıyor’’ dediğim için, ‘’Suçu ve suçluyu övme’’ ve ‘’Terör propagandası yapmak’’ suçu nedeniyle tutuklandım.

Ruşen Çakır: O seninle Silivri'de karşılaştığımız tutuklamaydı. Ben Gezi Davası’nda tutuklananları ziyarete gelmiştim.
Yanardağ: Evet, beni o nedenle tutukladılar. Yani en son Apo’culuktan tutuklanmış biriyim.

Ruşen Çakır: Bu iktidarın, siyaseten birtakım kaygıları önceleyerek bu süreci başlattığı yolundaki analizlerde şöyle bir husus var: Senin de yakından bildiğin Kürt siyasi hareketi diye bir olgu var. Ve burada aktör bu. Genellikle bu tür analizlerde, Kürt hareketine bir aktör değil de figür gibi bir rol biçiliyor. ‘’Erdoğan onları kandırıyor’’ gibi.
Yanardağ: Bunun olacağını düşünmüyorum. Zaten sürecin niyetlerden bağımsız olarak değerlendirilmesi gerektiğini bu nedenle belirtiyorum. Bildiride de buna doğrudan bir gönderme yok. Daha çok, benim ifademle, ‘’İslamcı muhafazakâr oligarşinin’’ kalıcı iktidarını oluşturabilecek bir İslamofaşist bir rejime geçiş girişimine karşı bir bildiri olduğunu değerlendirdim ve bu nedenle bildiriyi imzaladım. Bildiri de bu tehdide işaret ediyor. Daha başka kavramlar kullanılabilirdi. Bildiriyi kaleme alan ben değilim. Birçok talep daha iyi ifade edilebilirdi belki ama ‘’uçurumun kenarındaki bir ülke’’ tanımına itirazım yok. Ülke gerçekten böyle bir yerde. Bir tarihsel kavşağa doğru gelmiş durumda. Türkiye bir çatalda duruyor. İki yönden birine evrilecek. Bir yanda, İslami, faşizan bir totaliter rejime evrilecek. Bir yanda ise insanlığın ilerici birikimine dayalı daha demokratik, hatta normal, olağan bir rejime, bir demokratik rejime evrilecek. Böyle bir kavşakta duruyor ülke. O bakımdan, Özgür Özel'in söylediği ‘’19 Mart darbesi’’ tanımlaması çok yabana atılacak bir tanımlama değil. Süreç de öyle gidiyor, çünkü bir bütünlüğü var bunun. Sadece CHP'li belediyelere değil, medyaya yönelik de bir susturma girişimi var. Tele1'in lisansını iptal etme planlarının olduğunu biliyoruz. Bunu yapmaya çalışıyorlar. Halk TV'ye ve Sözcü TV’ye de aynı şeyi yaptılar. Sizin üzerinizde bir sürü mâli baskı olduğunu biliyoruz. Daha özgür bir alanda yayın yapmanıza rağmen, Medyascope olarak bu baskılardan siz de nasibinizi alıyorsunuz.
Biraz önce ‘’En son Apo’culuktan tutuklandım’’ diye bir ironi yaptım. O gün benim hakkımda yazılan iddianameye bakıyorum. Duran Kalkan'ın benimle ilgili yaptığı açıklamadan tut, İbrahim Kaypakkaya ile ilgili yaptığımız bir yayındaki ekran görüntüsüne kadar, her şeyi doldurmuşlardı iddianameye. Bugün bırakın öyle bir iddianameyi yazmayı, böyle bir kitap yayınlasanız bile hiçbir sorunla karşılaşmazsınız. Demek ki hayat ve zorunluluklar, nesnel koşullar, sizi böyle bir çözüm sürecini yürütmeye zorluyor.
Biraz önce sorduğun soruyla ilgili olarak, ben Kürt hareketinin zaten bir figüran olamayacağını düşünüyorum. Bu, son derece çocukça, akıl dışı bir değerlendirme. Zaten komisyonun bileşimini eleştirdiğimde de bunu söyledim. Şimdi DEM Parti'yi dört kişiyle temsil ettiriyorsunuz. Böyle bir komisyon olmaz. Komisyona bir itirazım var benim. İtirazımın nedeni de şu: Komisyonun yasası yok. Komisyon, Mecliste kurulan herhangi bir komisyondan farksız. Yani orman yangınları ile ilgili bir komisyon kurulsa, böyle bir temsiliyet gerekiyor. Partiler, milletvekili sayısı oranında, yani aldığı oy oranında temsil ediliyor, fakat komisyonun bir yasası yok. Yarın bir gün, komisyondaki tartışmalar, konuşmalar nedeniyle insanlar vatan hainliğinden yargılanabilirler. Bunun önünde hiçbir engel yok. Bunun örnekleri de var. Mesela, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ niye hapiste yatıyor? Biraz önce kendimle ilgili verdiğim örnekte olduğu gibi, bugün ‘’Abdullah Öcalan'ın tecridi kaldırılsın’’ diyoruz. Zaten devlet gidiyor görüşüyor, tecridi kaldırılmış durumda.

Ruşen Çakır: Bir örnek de ben vereyim: Mesela Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, PKK yöneticisi Remzi Kartal'la yazıştığı için tutuklu ve yerine kayyum atanıyor. Ama şimdi Remzi Kartal muhataplardan birisi.
Yanardağ: Evet, şu anda muhataplardan birisi de Remzi Kartal. Zaten o yüzden Ahmet Özer Hoca bana da bir mektup yazmıştı. Orada da söylüyor. Şu anda tutuklanmasının hiçbir nedeni yok. Biz, kızı Avukat Seraf Özer’i bir yayınımıza konuk etmiştik. Arkadaşlarla Ahmet Özer’in dosyasına tekrar baktı. Tutukluluğunu sürdürmek için Beşiktaş Belediyesi’ndeki soruşturmayı gerekçe gösterdiler. Beşiktaş Belediyesi ile iş yapan bir firma, Esenyurt Belediyesi ile de iş yapmış. Firmaya bakıyorsun, AKP döneminde de iş yapıyormuş zaten. Yani o firma belediyelerden ihale alan bir şirket.  Dolayısıyla benim komisyona itirazım, esas olarak yasal bir zemininin oluşmamasından kaynaklanıyor. Diğer bir yanı da şu: Ben bu Meclisin siyasal ömrünü doldurduğunu düşünüyorum. Çünkü bir erken seçimde dağılacak bir meclis, bileşimi yeniden oluşacak. Dolayısıyla, ancak, yasası çıkartılan bir komisyon olursa eğer, yetkileri, görevleri tanımlanmış ve sorumlulukları çizilmiş bir komisyon olursa bir işlev görebilir. Değilse, bu komisyonun yapacağı tek şey, sürecin sonucunda ne kadar çalışacaksa, diyelim ki bir yılın sonunda bir rapor hazırlayıp Meclis Başkanlığına vermektir. Belki bazı yasa tasarılarını Meclis Genel Kurulu’na iletmektir. Bundan ibarettir. Hiçbir yaptırımı yok. Ama bu komisyon, Türkiye'de yakın bir bakışla, 50 yıllık, daha doğru bir bakışla 100 yıllık bir sorunu çözecekse eğer ve böyle bir niyet varsa, ki MHP'nin, Devlet Bahçeli'nin böyle bir yerden baktığına dair ısrar var, ama ben bundan emin değilim. Eğer böyleyse, bir yasasının çıkartılması lazım ve buna ilişkin, basın ve ifade özgürlüğü dahil, genel medya ortamını da kapsayan bir düzenleyici yasaya ihtiyaç var. Bu yasa için de komisyon oluşmalı. Çünkü böyle olmazsa yarın erken seçim yapıldığı zaman komisyon fiilen dağılmış olacak.

Ruşen Çakır: Komisyondan bahsetmişken, CHP'nin katılıp katılmaması yolunda bayağı bir tartışma oldu ve özellikle sosyal medyada, CHP'nin komisyona katılmamasına yönelik olarak içinden, çevresinden bayağı kampanya yürütüldü. CHP, Özgür Özel, nitelikli çoğunluk ön şartı koştu. O da kabul edilince CHP ‘’ben varım’’ dedi. Sen nasıl yorumluyorsun CHP'nin tutumunu?
Yanardağ: Ben CHP'nin komisyona katılmasının olumlu olduğunu düşünüyorum. CHP'nin kendi durduğu yerden, bence komisyonun kuruluş biçimine baştan itiraz etmek lazımdı; Kategorik olarak itiraz etmek lazımdı. Sorunun temel bir muhatabı var. DEM Parti'nin dört kişiyle temsil edildiği bir komisyondan hayır gelmez. Oradan bir sonuç çıkmaz yani. Orada eşit temsil sağlanmak durumundaydı öncelikle. Sorunun bir tarafı var. Eğer o taraflardan birini demokratik siyaset alanındaki bir parti olarak DEM Parti’yi tanımlamışsanız, onu eşit temsil etmek durumundasınız. Yani daha ağırlıklı bir temsiliyete ihtiyaç vardı orada. İYİ Parti katılmadığı için 48 üyeli komisyonda 21 tane AKP'li var, 10 tane CHP'li var. Zannediyorum 4 tane MHP'li var. Dört de DEM Parti var. Diğerlerini de Meclis başkanının inisiyatifiyle grubu olmayan partilerden de birer kişiyi aldılar. CHP katılınca, Türkiye İşçi Partisi de katıldı. Ama komisyon bir kez kurulduğu zaman CHP şöyle bir tutarlılık içinde hareket ettiğini söylüyor. Ben CHP yöneticileriyle, Özgür Beyle konuştum. ‘’Komisyon ve Meclisi biz istemiştik. Bir tutarlılık içinde olmamız lazımdı’’ diyor. Çünkü geçen dönemde istihbarat örgütü üzerinden yürütülen bir çözüm sürecinin felaketle sonuçlandığını hep beraber gördük. O Hendek savaşlarında 8.700 kişi öldü. Bunun yaklaşık 1.700'ü güvenlik görevlisi, 7.000'e yakını da PKK'lı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam 8.000'in üzerinde ölüm var. Herkes o ölümlerin üzerine yattı. Bu bir katliam. Türkiye'de sürekli tartışılan Dersim katliamı dediğimiz katliamda ölen insan sayısı aşağı yukarı bu kadar, ona yakın.
Şimdi böyle bir felaketle sonuçlanmış bir süreç var. O süreç, kamuoyunun izlemesine, toplumun eleştirisine açık yürütülmedi. Bunun yolu Mecliste bir komisyon, ama hem toplumun izlemesine ve kamuoyunun eleştirisine açık bir faaliyet olmalı. İlk önerdikleri şey ‘’basına kapalı olsun’’ önerisi. O olmaz. Özellikle bu sürece Türklerin kazanılması son derece önemli. CHP'ye yönelik ‘’katılmamalıydı’’ eleştirileri bir parça haklılık taşısa bile, nihayetinde CHP şunu söylemeye çalışıyor. Çünkü şu propagandayı yapacakları belliydi. Çözüme karşılar. Çözüm sürecini engelliyorlar ve Kürtlerin, CHP'ye karşı bir pozisyon almasını sağlayacak bir imkân sunacaktı bu durum. CHP Buna izin vermedi diye düşünüyorum. Bu bakımdan doğru olduğu kanaatindeyim, ama bu, komisyonun kendisinin tartışılmasını önlememeli. Yasası mutlaka çıkmalı ve bir erken seçim halinde yeni kurulacak mecliste de komisyonun devam etmesi, ancak bir yasasının çıkartılmasıyla mümkün. Çünkü yeni bir meclis başkanı seçilebilir. O yeni bir komisyon toplayacak ve bu komisyonların yetkisi yok.
Türkiye'nin yakın tarihinde yetkili komisyonları biliyoruz. Mesela Demokrat Parti’nin kurduğu Tahkikat Encümeni; neredeyse CHP'yi kapatıyordu. Kapatma yetkisi vardı. Özel yasası çıkartılmış. Gazetecileri çağırıyordu. Mesela Metin Toker'i çağırıyor, sorguluyor, tutukluyordu. Yani böyle bir komisyon kurulsun demiyorum tabii. Ama siyasi tarihte özel yasayla kurulmuş yetkilendirilmiş komisyonlar var. Bu komisyon öyle yetkilendirilebilir ki, hem burada taraflar eşit temsil edilir, yani her siyasi partinin toplumdaki bütün eğilimlerin temsiliyeti gözetilir ama en azından DEM Parti'nin daha âdil bir şekilde temsil edildiği bir komisyon olmak durumunda.

Ruşen Çakır: Buradan sürece tekrar geçecek olursak; Komisyon her ne kadar basına kapalı olsa da biz gazeteciler birtakım şeyleri içeriden öğreniyoruz biliyorsun. Duyduğum kadarıyla, bugün DEM Partili bir komisyon üyesi de ‘’bu sürecin üç lideri var; Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan’’ demiş. Bu aslında reel bir durum. Ama burada şöyle bir kritik bir husus var: Bahçeli ve Erdoğan'ı anlıyoruz da Öcalan'ın bu sürecin oyun kurucusu olması realitesinin, kamuoyuna, özellikle Kürt olmayan kamuoyuna sunulması zor olmayacak mı?
Yanardağ: Bence çok zor olacak. Zaten CHP'ye yönelik eleştiriler esas olarak milliyetçi ve ulusalcı çevrelerden geliyor. Biz bir araştırma yaptırdık, CHP seçmeninin %80'ine yakını bu sürece olumlu bakıyor, destek veriyor. Zannedildiği gibi değil. Yani %6'lık bir kesim var, çok kategorik olarak cepheden sert bir şekilde karşı olan. Çünkü insanlar barış ve demokratikleşmeye ilkesel olarak karşı değiller. Bunun iyi anlatılması gerekiyor. Bunun yanı sıra, Öcalan'ın bu sürecin belirleyici aktörlerinden birisi olmasını topluma anlatmak lazım. Bunun sadece CHP'lilere değil, AKP'lilere ve MHP'lilere anlatılmasında da bir sorun olduğunu düşünüyorum. Bir kere o kurguda bir yanlışlık var. Yani CHP'yi dışlayan, CHP gibi şu anda Türkiye'nin en büyük partisi haline gelmiş ve yoğun bir kampanya yapan… Düşünsenize, 40. mitinglerini yaptılar. Yarın Tuzla'da 41. Mitinglerini yapacaklar. Toplumu ayağa kaldıran, toplumu hareketlendirmiş, toplumu ateşlemiş durumda bir parti var ortada.
Biz Aksaray mitingine katılan kitle arasında bir araştırma yaptırdık. Alandaki insanların %75'i daha önce AKP'ye oy vermiş insanlar. Saros Araştırma yaptı bu araştırmayı. Çok şaşırdım. Böyle bir sonuç beklemiyordum açıkçası. Şimdi benzer araştırmayı yapacaklar. Ben Yozgat'ta da Gümüşhane'de de Bayburt'ta da durumun farklı olmadığını, buralardaki mitinglere katılımda da alanda toplanan insanların büyük bir bölümünün geçmişte en az bir kere AKP'ye oy vermiş kitleden oluştuğunu düşünüyorum. Şimdi CHP'nin böyle bir yükselişte olduğu ve siyasallaşmış bir sözümona yolsuzluk operasyonu adı altında, bir tasfiye operasyonunu, bir tasfiye hamlesiyle karşı karşıya olan CHP'nin bu sürecin dışında tutulması felaket olur. Bu, sürecin baştan sakatlanmasına yol açacak. Her halükârda CHP'yi bu süreç içinde tutmak lazım. O yüzden, CHP açısından bakılırsa, komisyona katılmasının olumlu olduğunu düşünüyorum. CHP'nin, DEM Parti'nin Cumhur İttifakına kaymasını önlemesi gerekiyor.
DEM Partililere baktığımız zaman, %90'ın üzerinde sürece bir güven var. Yani insanlar bu sürece umutla bakıyor. Şimdi bu olgu atlanarak bu tartışma yürütülemez. CHP açısından bakarsak: İlk kez Diyarbakır'da milletvekili çıkartmışsın. Uzun bir süre sonra Urfa'da milletvekili çıkartmışsın. Bölgede bir taban bulmuşsun. Benim, bölgeden konuştuğum bazı dostlarım var. ‘’İlk kez bazı büyük ailelerin CHP'ye kaydığını, gidip üye olduklarını görüyoruz. Bu kolay değildir. Bu bir zemin ve iktidar değişikliğine işarettir’’ diyor. Bunu diyenlerden biri de AKP'nin eski Diyarbakır İl Başkanı. Şeyh Said ailesinden gelen bir il başkanı. Kendisiyle dostluğumuz var. Kitaplarımı okuyor. Onun üzerinden konuştuğumuz, sohbet ettiğimiz bir dostum. Üstelik hâlâ bir AKP üyesi. Büyük ailelerin CHP'ye kaymaya başladığını söylüyor. Dolayısıyla, CHP bu kitleyle de mesafesini açmak istemiyor. Yani kurduğu bağı devam ettirmek bakımından, bu komisyonda olması kendi açılarından doğru bir ifade. Ama bu komisyona yönelik eleştirileri çekmek anlamına gelmiyor. Dediğim gibi en büyük risk, biraz önce senin saydığın o üç aktör. Bu mesele Öcalan, Erdoğan, Devlet Bahçeli üçgenine hapsedildiği zaman, bu sürecin, bir önceki süreç gibi yarın taca atılmayacağını bilemeyiz. Erdoğan’ın, dönemsel çıkarlarını çok iyi koruyan, yer yer çok pragmatik, ama ‘’kutlu dava’’ dedikleri asıl hedefe kilitlenen bir lider olduğunu biliyoruz. Dolmabahçe'de masayı nasıl devirdiyse, ileride de masayı devirmeyeceğinin önünde bir engel yok.

Ruşen Çakır: Peki Bahçeli?
Yanardağ: Bahçeli ilginç bir konumda bence. MHP'nin elinde çok güçlü veriler yok. Bir parça tecrübe, siyasal sezgi olarak değerlendirebilirsin. MHP'nin mesafeyi açmaya başladığını, giderek makasın açıldığını görüyorum. Her an Cumhur İttifakı’ndan kopabilecek bir durumda ve Türkiye'yi erken seçime götürecek olacak gelişme de MHP'nin Cumhur İttifakı'ndan ayrılması olacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Süreç de bunu tetikleyebilir.
Yanardağ: Süreç de bunu tetikleyecektir. Ben Devlet Bahçeli'nin ilginç bir manevra yaptığını ve özellikle Suriye'de olan biten, Ortadoğu'daki diğer gelişmeler, Esad'ın devrilmesi, İran'ın sıkıştırılması gibi bir dizi faktörün, Türkiye'nin de bu anafor içinde parçalanabileceği endişesini duyduğunu düşünüyorum. Bir samimiyet testi yapacak durumda değiliz ama tetikleyebileceğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Yani sizin bildirideki gibi, Türkiye'yi uçurumdan kurtarmak için hamle yaptığını söyleyebiliriz. 
Yanardağ: Mümkün. Zaten AKP'yi iktidara getiren de Devlet Bahçeli’ydi. Yanlış hatırlamıyorsam, Erciyes Dağı’ndaki Türk Kurultayı’nda, o çadırlardan birinden çıktı ve erken seçim dedi ve 57. Hükümet, Ecevit hükümeti çöktü, Türkiye erken seçime gitti. Ekonomik kriz derindi ve 2 Kasım 2002'de AKP tek başına iktidar oldu. Bahçeli’nin çıkışı benzer bir sonucu yaratabilir. Hızlı bir seçime gitmenin başka bir yolu da görünmüyor.

Ruşen Çakır: Az önce bahsettiğin Suriye'yi biraz kurcalayalım. Sürece soru işaretiyle bakanların içerisinde, çok güçlü bir ‘’Suriye'de bir tezgâh dönüyor gibi bir düşünce var. Suriye'de tezgâh dönüyor derken, orada Kürtlerin bir statü kazanma ihtimali üzerine. Sen Suriye'yi nasıl okuyorsun? Takip ettiğine eminim. Peş peşe e röportajlar çıkıyor biliyorsun. İlham Ahmed konuştu, Mazlum Abdi konuşuyor. Genellikle de Türkiye ile ilgili çok olumlu mesajlar veriyorlar ve ‘’Görüşüyoruz, sorun yok’’ diyorlar.
Yanardağ: Ben de izliyorum. Yakından da takip ediyoruz. Biz Arap basını da izlemeye çalışıyoruz Tele1'den. Ben, Türkiye’nin PYD ve YPG’yi tanıyacağı kanaatindeyim. Bunun başka bir çaresi yok. PKK'ya, eğer bir örgüt tasfiyesi ise bir çıkış yolu bırakmak lazım. Elli yıldır savaşan insanlara ‘’git Norveç'te bir kafede tavla oyna’’ diyemezsin. Bu olmaz. PYD-YPG ve Suriye Demokratik Güçleri, şu anda Suriye'de en büyük, en etkili güç. Onların silah bırakacağını ve entegre olacakları bir ordu yok ortada. Hangi orduya entegre edeceksin? Bir ordudan söz edilecekse, YPG'den başka ordu yok orada. Yani Amerikalıların eğittiği, donattığı, zırhlı birliklere sahip, 80 bin mensubunun olduğu belirtilen bir ordudan söz ediyoruz. Ben Suriye'nin gevşek bir federasyon şeklinde güçsüzleştirileceğini, İsrail'in güvenliğinin Batı’nın en önemli stratejisi Amerika Birleşik Devletleri'nin Amerikan emperyalizminin bölgedeki önceliğinin, İsrail'in güvenliği olduğunu düşünüyorum. Zaten İsrail de bunu istiyor. Yani Alevi Arapların, Dürzilerin Kürtlerin ve Sünni Arapların, Hristiyanların, ki önemli bir Hristiyan nüfus var. Ermeniler ve Hristiyan Araplar var, belli bir otonomiye sahip olduğu, gevşek bir federasyonun olacağı, güçlü bir orduya sahip olmayan, hava sahasını kontrol edemeyen, ufalanmış, güçten düşürülmüş bir Suriye'nin, öngörüldüğünü düşünüyorum. İsrail'in de buna ‘’evet’’ diyeceği kanaatindeyim. Çünkü örneğin Alevi Arapların hamisi pekâlâ Rusya olabilir. Çünkü Rusya'nın Tartus üssü bu bölgede. Lazkiye yakınlarında. İsrail zaten Dürzilerin koruyuculuğunu üstlenmiş durumda. Kürtler zaten ayrı bir güç. SDG'nin Şam'a yürümesi halinde, Ahmet eş-Şara'nın bunu durdurabilecek bir güçte olduğunu düşünmüyorum. Dünyada siyasal İslamcı bir radikal hareketin bir ülkeyi yönetme yeteneğine sahip olmadığının en önemli kanıtlarından biri HTŞ yönetimidir. Ülkeyi bir kan gölüne çevirdiler. Çok ciddi bir Arap Alevi katliamı var bölgede. Onların Türkiye'de akrabaları var. Çukurova Aleviliği diye bildiğimiz Alevilik, Arap Aleviliğidir ve Hatay'dan başlar. Hatay, Adana, Mersin gelir. Ben Mersin'de bir konferansa katıldım. Etkinlikte kitaplarımı da imzalamıştım. Arap Alevilerini orada yakından gördüm. Büyük külliyesi var ve bizim otantik Anadolu Aleviliğinden biraz daha farklıdır. Biraz Şia’ya daha yakın. İslami literatürün daha belirgin olduğu bir Alevilik biçimidir ve kendilerini Alevi olarak tanımlarlar. Onlar büyük endişe duyuyorlar. Bizim bir arkadaşımız Ömer Ödemiş gitmişti. Esad'la röportaj yapmıştı. ‘’Sen bu elinle Esad'ı Esad'ın elini sıktın’’ diye elini öpmeye kalktılar. Böyle bir şey bu. Mersin'de oluyor, Adana'da oluyor, başka bir yerde olmuyor. Böyle bir kitle var ve endişeyle bakıyorlar Suriye'deki Arap Alevilerinin durumuna.
Hatırlayacaksın, geçenlerde, Golani'ye karşı bir suikast girişiminde bulunulduğu belirtildi. Öyle bir teşebbüs var. Bizim öğrendiğimiz kadarıyla var. Başarısız bir teşebbüs. Yani eski muhaberat elemanları tarafından böyle bir teşebbüs var. Golani hiçbir şekilde cuma namazına gitmiyor. Emevi camisinde namaza gitmiyor ve kendisini güvenli hissetmiyor. Eğer orada bir istikrar, bir anlaşma sağlanamazsa, HTŞ yönetiminin her an yıkılabileceğini değerlendiriyorum. Çünkü Golani, Dürzi ve Alevi Arap katliamını uluslararası savaşçılara bağlıyor. Yani Çeçen cihatçılara, Uygur cihatçılara falan yıkmaya çalışıyor. Bununla kurtarabileceğini zannetmiyorum. Yeterince terbiye edilip yeni döneme hazırlanmış bir HTŞ yönetimi de yok. Suriye'deki istikrarsızlığın ve kaos ortamının devam edeceğini, oradaki en önemli gücün ise SDG olduğunu düşünüyorum. Bence istikrarlı bir güç ve daha da önemlisi seküler bir güç SDG. Pekâlâ laik Araplarla, Alevi Araplarla anlaşarak başka bir yönetim de kurabilirler.
Sonuç olarak, Suriye'de oyunun, yani kavganın devam ettiğini, istikrar kazanmasının zor olduğunu düşünüyorum. Bu durumda hem İran hem Çin ve hem Rusya tarafından da desteklenebilecek yeni bir yönetim de şekillenebilir. Belki Sünni Arapların desteklediği siyasal İslamcı cihatçılara bir alan açılabilir. Ama seküler kültür, Suriye'de bizim zannettiğimizden daha kökleşmiş, bunu da görmek lazım.

Ruşen Çakır: Çok teşekkür ederim Merdan. Gayet doyurucu bir yayın oldu, katıldığın için teşekkürler
Yanardağ: Davet ettiğin ben teşekkür ederim Ruşen.

Ruşen Çakır: Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’la, ‘’Ülkemizin Uçurumdan Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz’’ imza kampanyasını, medyaya yönelik baskıları ve çözüm süreci ile ilgili Mecliste kurulan komisyona yönelik değerlendirmelerini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ederiz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
10.08.2025 Berrin Sönmez’in kişisel başörtüsü protestosunun toplumsal anlamı
09.08.2025 Bugün Gazze için ne yaptın?
08.08.2025 Özgür Özel iktidarın surlarında gedikler açmaya çalışıyor
07.08.2025 Öcalan’ın istediği “Demokratik Suriye Birliği” ne derece gerçekçi?
06.08.2025 Kürtlerin onuru, Türklerin gururu
05.08.2025 Bereket üniversite diplomam yok!
05.08.2025 Merdan Yanardağ ''Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz'' bildirisini neden imzaladığını anlatıyor
04.08.2025 Orhan Bursalı değerlendirdi: CHP komisyonda ne yapmalı?
04.08.2025 CHP şaşırtmaya devam ediyor
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı