Suriye’de “altın oran”ın peşinde

18.11.2025 medyascope.tv

18 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Bugün ve yarın Ankara'dayım. Ankara'da uzun zamandır yapmadığım bir şey yapacağım ve Meclis’te olacağım. Meclis’te grup toplantılarını izleyeceğim. Görebildiğim kadar siyasetçi ve meslektaş görüp sohbet etmek istiyorum. Bakalım ne olacak. Bu arada size de bir soru sormuş olayım. Bunun da cevabını yazarsanız sevinirim. Ben yıllardır Meclis’te grup toplantılarını izlerim. Mümkünse yerinde izlerim ya da uzaktan izlerim. Bazılarının konuşma metinlerini satır satır okurum, ki son dönemde Devlet Bahçeli böyle. Bu grup toplantıları sizin ilginizi çekiyor mu, açıkçası merak ediyorum. Ben bu konuda yalnız mıyım? Herhalde yalnızımdır diye tahmin ediyorum ama onu da bir cevaplarsanız sevinirim.
Aslında bugün bir fotoğraf üzerine konuşmayı düşündüm. Malum, Mehmet Sevigen’in, eski CHP'li Deniz Baykal’ın sağ kolunun oğlunun düğünü, Çırağan Sarayı’nda. Öyle bir fotoğraf ki bir yığın, artık böyle oldu biliyorsunuz, çok sayıda nikâh şahidi oluyor. Ama şu fotoğrafta mesela bakıyorsunuz, DSP Genel Başkanı Önder Aksakal, yanında Kemal Kılıçdaroğlu, yanındakini tanıyamadım, sonra Cavit Çağlar, eski bakan, Binali Yıldırım, ondan sonra Orhan Gencebay’ı görüyorum, Muharrem İnce, Süleyman Soylu, İlhan Kesici, Doğu Perinçek ve İstanbul Valisi Davut Gül. Valiyi bir kenara koyalım, o çünkü başka bir iş yapıyor ama siyasetçiler var. Orhan Gencebay’ı da bir kenara koyalım. Siyasetçiler var ve bu siyasetçilerin neredeyse hepsi eski siyasetçi olarak tanımlanabilecek kişiler. İlhan Kesici hâlâ milletvekili. Doğu Perinçek hâlâ partisinin genel başkanı. Ama şöyle demek sanki çok mümkün: “Kaybedenler Kulübü.” Bunun üzerine uzun uzun konuşabilirdim ama sonuçta baktım, ettim, kaybetmişler. Artık çok da fazla konuşacak bir şey yok. Ne Binali Yıldırım’ın, ne Süleyman Soylu’nun, ne Kılıçdaroğlu’nun bir anlamı yok. İsterseniz onları bir kenara koyalım ve Suriye’yi konuşalım.
Suriye’yi neden konuşuyorum? Çünkü kimse konuşmak istemiyor ve yanı başımızda çok önemli bir olay Suriye. Suriye ayakta kalabilecek mi, nasıl kalacak ve tabii ki en önemli hususlardan birisi de Kürtlerin durumu ne olacak? Kürtler Şam’la iş birliği yapacaklar mı, entegrasyon sağlanacak mı? Abdullah Öcalan’ın “demokratik entegrasyon” dediği olay Suriye’de gerçekleşebilecek mi? Ve tabii ki Suriye’de yaşananlar Türkiye’yi birinci derecede ilgilendiriyor. Orada yaşanan kriz Türkiye’ye otomatik olarak taşınır. Orada işler iyi giderse işler Türkiye’de de düzelir. Çok fazla kişi konuşmuyor bunu ama ne oldu? 10 Kasım’da Beyaz Saray’da Ahmed eş-Şara, Suriye’nin geçici cumhurbaşkanı, Trump tarafından kabul edildi. Çok önemliydi bence birçok açıdan. Sembolik olarak da çok önemli. Eski IŞİD'ci ve El Kaide'ci birisi takım elbise ve kravatla Beyaz Saray’a gitti ve Trump tarafından ağırlandı. Kendisine parfüm hediye edildi filan. Ama onun ötesinde Suriye’nin yeniden inşası konuşuldu. Ama bu görüşmelerin olduğu sırada Washington’da bir isim daha vardı: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan. Hakan Fidan Trump’la olan toplantıya katılmadı ama onun dışında Trump’ın ulusal güvenlik danışmanıyla, dışişleri bakanıyla ve Suriye özel temsilcisiyle görüştü. Suriyeli yetkililerle beraber üçlü zirveler yapıldı, yani Ankara, Şam ve Washington. Ve buralarda Suriye’nin kaderi masaya yatırıldı. Ve Hakan Fidan daha sonra gazetecilere konuşurken “altın oran” diye bir tabir kullandı. Bence çok ilginç bir tabir. Diyor ki: ‘‘Ülkenin kuzeyi, kuzeydoğusu, güneyi, hepsinde sıkıntı ihtimali var. Suriye daha fazla parçalanabilir, bu risk var. İşte bunu muhafaza edebilmek için, Suriye’yi bir arada tutabilmek için altın bir oran bulmak lazım ve bunun gayretini gösteriyoruz’’ diyor. Ve bu arada da altın oranın şartlarından birisi olarak Suriye’de kimsenin bir diğerine ve başka ülkelere tehdit oluşturmaması gerektiğini söylüyor.
Burada tabii ilk akla gelen Suriye’de Kürtlerin nasıl bir statüye sahip olacağı, bir statüye sahip olup olmayacakları ve bunun Türkiye’yi tehdit edip etmeyeceği meselesi. İş burada düğümleniyor ve çok kişi ilgi göstermiyor ama benim gibi bu olayı önemseyenler adım adım bir şeylerin olumlu anlamda geliştiğini görüyorlar. Özellikle SDG denen Kürtlerin başını çektiği yapılanmanın komutanı Mazlum Abdi’nin ya da Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Ahmed’in yaptığı açıklamalar var ve bu açıklamalarda genellikle pozitif mesajlar verildi. Bir süredir pek konuşmuyorlar ama genellikle pozitif mesajlar verildi. Şu söylendi: ‘‘Şam’la düzenli bir şekilde görüşülüyor, birçok konu tartışılıyor ama somut adım atılmıyor’’ denmişti. İşte bu Washington’daki buluşmanın ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin devreye girmesiyle beraber adımlar daha da atılır oluyor. Burada çok kritik birçok nokta var. Birincisi, Suriye’ye yönelik Amerika Birleşik Devletleri’nin yaptırımları. Bu yaptırımların kalkması Suriye için, Şam için elzem. ABD bunları kaldırıyor ama karşılığında birtakım garantiler almak istiyor. Bu garantilerin başında da bütün herkesin bir şekilde memnun olacağı bir ülke inşası.
Şimdi bütün herkes denince ilk akla gelen tabii ki en güçlü yapı olan SDG yani Kürtler. Çok ciddi bir silahlı güçleri var. Uzun süren bir özerklik deneyimleri var. Orduları var. Bir tür sivil toplum örgütlenmeleri var ve daha bir birlik ve beraberlik içerisinde görünümü var. Onun dışında ama olay sadece ondan ibaret değil; Dürzilerin ve Alevilerin ve Hristiyanların hepsinin birtakım endişeleri, kaygıları var. Çünkü iş başında olan eş-Şara yönetimi bir radikal İslamcı, cihatçı bir gelenekten geliyor ve içinde çok sayıda yabancı ülkelerden gelen cihatçı da var. Şimdi burada en temel sorun güven, karşılıklı güven. Bu güven nasıl inşa edilecek, kim kimi nasıl ikna edecek? Şu ana kadar belli bir süreye kadar Ankara’dan gelen mesajların büyük bir kısmı korkutmaya yönelikti, Kürtleri özellikle SDG’yi ürkütmeye, korkutmaya yönelikti. Bir tür tehditler vardı ama bir süredir bunlardan vazgeçildiğini görüyoruz, ki bu olumlu bir şey ve ‘‘altın oran’’ denen bir olayın arayışı içerisine Ankara’nın da dâhil olduğunu görüyoruz.
Bir diğer husus Abdullah Öcalan’ın başından itibaren bu sürece doğrudan müdahil olması. Ama bazılarının sandığı gibi Abdullah Öcalan Suriye’deki Kürtlere “Ankara ne derse onu yapın” demedi. Benim bildiğim kadarıyla demedi. Anlaşmaya çalışmalarını, eş-Şara'yla birlikte bir entegrasyonu gerçekleştirmelerini söyledi. Ama her seferinde de tedbiri elden bırakmamaları gerektiğini de benim gördüğüm metinlerde hatırlattı. Yani bazılarının sandığı gibi Öcalan Ankara ile anlaştı, SDG’ye, Mazlum Abdi’ye, İlham Ahmed’e birtakım şeyler dayatıyor ve onlar direniyor gibi bir olay yok. Bu gerçekçi değil. Öcalan Ankara’nın her istediğini aynen tekrarlayan bir aktör değil. Bunu özellikle vurgulamak lazım. Ve şu anda gelinen noktada bir anlaşma zemini giderek güçleniyor. Çünkü tarafların her biri bir şekilde bir arada yaşamak zorunda olduklarını biliyorlar. Aksi takdirde oradan çok sayıda ülke çıkar ve o ülkeler de kapanın elinde kalır. Böyle bir olay yaşansın istenmiyor ve birlikte bir Suriye’yi yeniden inşa etmek istiyorlar. Ama bu çok zor. İmkânsız değil ama çok zor. Özellikle Ankara’nın Kürtler konusundaki birtakım ön yargılarını, kaygılarını ve alerjilerini aşması ve Kürtlerin de Suriye Kürtlerinin de Türkiye’deki süreçle bağlı bir şekilde Türkiye ile dostane bir ilişkiyi kabullenmesi gerekiyor.
Ortada çok sorun var. Mesela sorunlardan birisi SDG içerisindeki Suriye vatandaşı olmayanların durumu meselesi. Bunlar tabii ki Türkiye’den, İran’dan, Irak’tan gelmiş olan Kürtler büyük ölçüde, yani PKK üzerinden SDG’ye dâhil olan kişiler. Bunların ne olacağı meselesi çok ciddi bir soru işareti. Eğer Türkiye’de çözüm süreci başarıyla gelişirse bu sorun çözülebilir. Aslında bu anlamda da bir iç içelik var. Ama öte yandan şu da ayrı bir realite; HTŞ’nin içerisindeki ya da çevresindeki destek veren gruplardaki yabancılar ne olacak meselesi de var, ki yakınlarda biliyorsunuz çok uyduruk bir nedenle Fransız cihatçılar bir şekilde Şam yönetimiyle sorun yaşadılar. Her neyse bu konuda temkinli giden bir süreç var. Bu noktada Perspektif’te Adnan Boynukara’nın yazılarını özellikle tavsiye ederim. Bu konuyu ele alan, bütün boyutlarıyla ele alan, ciddi bir şekilde ele alan ender isimlerden birisi ve en son yazdığı yazıda da bayağı bir umutlu gördüm kendisini. Ben de öyle umutluyum ama çok zor bir olay. Çok sayıda aktör var içeride ve dışarıda. Yani içeride değişik gruplar, değişik etnik gruplar, dinî gruplar var; dışarıda İran, Rusya, İsrail, bir ölçüde Irak, tabii ki Türkiye ve tabii ki ABD, bütün bunlar var. Bir şekilde Çin de var. Mesela Suriye Dışişleri Bakanı bugünlerde Çin’e gidecekti, belki de gitmiştir. Böyle bir ortamda bir ülkenin yeniden inşası gibi bir husus var. Çok zor olduğunu tekrar söyleyeceğim. Umarım başarırlar. Başaramazlarsa ne olur, bunu düşünmeye çalışmak bile yeterince ürkütücü.
Neyse, bugünün ithafı... İnsan hakları, özellikle ırkçılıkla mücadele ile gidiyoruz. Martin Luther King Jr. dedim, Nelson Mandela dedim ve bugün bir başka isim ama bu esas olarak bir sanatçı: Nina Simone. Nina Simone piyanist, şarkı sözü yazarı, vokalist, her şey var. Ama bir diğer yanıyla da Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyah hakları konusunda çok öne çıkmış bir eylemciydi. Aktivistti. Hatta onun aktivizminin Martin Luther King’ten biraz daha radikal olduğunu da biliyoruz. Başlı başına efsane bir isim. Onun çalıp söylediği, şimdi “çalıp söylemek” deyince çok sıradan bir şey gibi geliyor ama hem çalıp hem söylediği albümleri, konserleri her birisi bir başka. Birçok dalda yani müziğin birçok alanında kendisi faaliyet göstermiş. 2003 yılında 70 yaşında hayatını kaybetmiş. Son ana kadar hep müzikle yaşamış. Martin Luther King’in öldürülmesinden sonra Fransa’ya yerleşiyor. Uzun bir süre dönmüyor. Avrupa’da daha çok dolaşıyor. Orada eserler ve konserler veriyor. Ve ilginç bir husus da şu, gerçek adı bu değil. Çok zor bir adı var: Eunice Kathleen Waymon. Kendi adını 1958’de galiba ilk albümünü yaptığında seçmiş. ‘‘Nina’’ İspanyolca “kız çocuk” demek bildiğim kadarıyla. ‘‘Simone’’ ise geçen bahsettiğim Yves Montand, Simone Signoret, ona hayranmış ve onun adını almış kendine soyad olarak. Evet, Nina Simone’un böyle bir Simone Signoret hayranlığı da var. O da bizi birleştiriyor. Gerçekten çok büyük bir sanatçı, müzisyen ama aynı zamanda hakları için mücadele etmeyi bilen ve bunun için risk alan bir isimdi Nina Simone. Kendisini saygıyla anıyorum.
Bitirirken, Medyascope’a destek olmanızı, varsa desteklerinizi sürdürmenizi rica ediyorum. YouTube’da hedefimiz yüksek. Yeni aboneler bekliyoruz ve en kısa zamanda, şu aşamada değil ama mesela bir dahaki yılın sonunda 1 milyon aboneyi hedefliyoruz. Onun için sizlerden destek istiyoruz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.11.2025 Ankara Mazlum Abdi realitesini ne zaman tanıyacak?
20.11.2025 AKP ve CHP’nin İmralı ikilemi: Gitmek de zor kalmak da
19.11.2025 Ağzımız açık Devlet Bahçeli’yi izliyoruz
18.11.2025 Suriye’de “altın oran”ın peşinde
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
14.11.2025 Ekrem İmamoğlu’na erişimi engellemek mümkün mü?
14.11.2025 Haftaya Bakış (292): İBB İddianamesi'nden ne çıkar? | Anayasa Mahkemesi'ni tanıyan yok
13.11.2025 CHP’yi kapatabilirler mi?
23.11.2025 DEM Partililerin CHP’ye kızmaya hakları yok
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı