Son 25 yılın bilançosu: Devlet bir ölçüde İslamileşti, ama esas İslami hareket devletleşti

16.11.2015 rusencakir.com

Ayet ve Slogan: Türkiye'de İslami Oluşumlar adlı ilk kitabımın 25. yılı vesilesiyle 10 Kasım 2015 günü periscope üzerinden bir canlı yayın yaptım. Burada konuştuklarımızı Sedat Ateş yayına hazırladı.

Yirmi beş yıl önce tam Kasım ayında benim ilk kitabım Ayet ve Slogan: Türkiye’de İslami Oluşumlar kitabı piyasaya çıktı. O günden bugüne on bir baskı yaptı. Ve buradan, yirmi beş yıldan hareketle "Bugün Türkiye’de İslami oluşumlar ne durumda?" konusunu konuşacağız. Sizlerden gelen soru ve yorumları da paylaşacağım.
İlk olarak şunu söylemek istiyorum, kitap ilk yayımlandığında çok büyük bir ilgi uyandırmıştı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, o güne kadar Türkiye’de İslami hareketler, İslami gruplar hakkında medyada çıkan haberlerin çoğunun polis raporları, istihbarat raporları şeklinde tamamen karalamaya yönelik olmasıydı. Hiçbir zaman İslamcıların kendilerine ya da tarikatlar ve diğer gruplara doğrudan mikrofon tutulmazdı; onların haklarında konuşulurdu ama kendilerinin konuşmasına izin verilmezdi. 1985 yılında Nokta gazetesinde gazeteciliğe başladığım zaman biz bunu değiştirmeye başladık. Özellikle benim de içinde yer aldığım küçük çalışma grupları halinde Türkiye’deki yükselen İslami hareketi ele almaya başlamıştık, bayağı da ilgi görmüştü bu. Çalışmalarımızı sürdürdüm. Biraz zor oldu, çünkü insanlar tam anlam veremiyordu yaptığım işe. Öte yandan görüşmek için gittiğim İslamcı gruplar da bana bir anlam veremiyorlardı; kimi şüpheleniyordu, kimi güvenmiyordu... Ama zor da olsa bunu yürüttük.
Tabii önemli bir husus da benim sol hareketten gelen bir gazeteci olmam. Solcu kimliğini muhafaza eden bir gazeteciydim, hâlâ da etmeye çalışıyorum, kimileri inanmasa da, bu arada onu da söyleyeyim. Özellikle Türkiye’de entelektüel hayatı, kültürel hayatı denetim altında tutan sol, İslami hareketler konusunda genellikle çok önyargılıydı ve basmakalıp klişelere itibar ederdi. Kitabın bugün okunabiliyor olmasının, bunu büyük ölçüde kırmaya yönelik bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Yani soldan birinin bir gazetecilik faaliyeti olarak Türkiye’deki İslami hareketleri anlama ve anlatma çabası olarak bir ilgi uyandırdı.
Ama daha sonra buradaki bilgilerin sadece İslami hareketin dışındaki insanlar için değil İslami hareketin içinde ya da çeperinde yer alan insanlar için de bir anlamı olduğu ortaya çıktı. Çünkü benim o beş yıl boyuncaki çalışmamda gördüğüm gibi, Türkiye’de karmaşık bir İslami yapılanma vardı. Yani kitabın altbaşlığındaki İslami oluşumlar dediğimiz oluşumların sayısı gerçekten çok fazlaydı. Birbirilerinden çoğu zaman haberdar değildiler, birbirilerini tanımıyorlardı, bazıları tanımak istemiyordu. Ve birçok grup kendi dünyasında yaşıyordu.
Bu işleri yapmaya başladığımız 80'li yıllar, Özal’ın başbakan olduğu, Türkiye’de dindarların daha fazla sosyal alana girmesinin ve İslami grupların daha fazla görünür olmasının da yaşandığı bir dönemdi. Kendi medyalarını, o zaman tabii medya denmiyordu, dergilerini, yayın organlarını çıkartıyorlardı, henüz televizyonlar yoktu. Böyle bir ortamda gerçekten bir bilgi alışverişinin hem İslamcı olmayan kesimler ile İslamcıların hem de İslamcıların kendi içlerinde bilgi alışverişine katkıda bulunduğunu söyleyebilirim. O günden bugüne benden bu kitabı yenilememi, güncellememi isteyenler oldu. Bense buna hiçbir zaman yanaşmadım. Sadece Profesör Şerif Mardin’in Eylül 2001'de, kitabın on birinci yılında bir sunuşunu ekledik. Şerif Mardin Hoca'dan, benim yakın dostumdur, kitabın yeni baskısı çıkacağı zaman kendisinden rica ettim ve iki sayfalık bir giriş yazdı. Onun dışında kitap 1990 Kasımında nasıl çıktıysa öyle. Bugün baktığımızda geçerliliği kalmamış gruplar da var, ortadan kalkan gruplar, tamamen değişen yapılar var. Buna rağmen bugün hâlâ bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
Kitabın bölümlenmesine baktığımız zaman bir tarikatlar bölümü var, özellikle Nakşibendiliğin kolları ve Kadirilik hakkında bölümler var. İkinci olarak "Türkiye Cumhuriyeti'nin Ürünleri: İslami Ekoller" diye bir başlık açmıştım, bu başlığın en önemli bölümü Nurculuk, tabii Nurculuğun kendi içerisindeki dalları. Bir de Süleymancılık, yani bu iki hareket de aslında çoğu kişinin tarikat olarak bildiği bu iki hareket aslında tarikat değil, yepyeni, Cumhuriyete özgü İslami yapılardı. Bir diğer grup radikal İslam. Tabii o dönemin radikal İslamı ile şu anda Türkiye’de ve dünyada yaşanan radikal İslam arasında çok büyük fark var, yirmi beş yılda çok şey değişti. O dönemin radikal İslamında hâlâ İran Devrimi'nin etkisi çok güçlüydü ve İran’ın kendi devrimini, rejimini ihraç etme çabalarının ürünleri çok etkiliydi. Bugün onlar artık Türkiye’de yok denecek kadar az, bunun yerine "Selefi cihatçılık" diye El Kaide ve en son IŞİD ile beraber ortaya çıkmış bir akım daha fazla, dünya çapında, küresel anlamda güçlendi, o tarihte bunların hiçbir şekilde izi gözükmüyordu.
Bir diğer husus "Cemaatten Partiye" bölümü, Refah Partisi’nin ve Diriliş Partisi'nin Sezai Karakoç’un, ama tabii Diriliş Partisi Sezai Bey’in kendisi için yaptığı ve hiçbir zaman kitleselleşme derdi olmayan bir düşünce kulübü gibi, esas olarak Refah Partisi. Kitabın yazıldığı tarihte Refah Partisi henüz Meclise girmemişti. Partinin ve milli görüş hareketinin tarihini burada anlatmıştım. Daha sonra Nisan 1994'te, yerel seçimlerin ardından çıkan Ne Şeriat Ne Demokrasi kitabımda, altbaşlığı "Refah Partisi’ni Anlamak"tı zaten, Refah’ı daha geniş bir şekilde ele almıştım.
Bir diğer başlık "Güçlenen İslam’ın Sıradışı Yankıları" diye ki o dönemde birbirinden farklı, mesela bir Akevler Kooperatifi, İzmir’de var olan bir İslami ütopya, bunlar bir tür İslam komünü oluşturmak isteyen bir çevreydi, artık yoklar, dağıldılar. Bundan başka Adnan Hoca ve Edip Yüksel’den bahsetmişim. Adnan Hoca’dan bir daha bahsetmek istemiyorum, onun için geçelim. Edip Yüksel de, bilen bilir, Amerika’da nevi şahsına münhasır bir çizgiyi sürdürmeye çalışıyor. Bir diğer bahsettiğim Tebliğ Cemaati. Tebliğ Cemaati merkezi Pakistan’da olan uluslararası bir cemaat, hâlâ varlığını sürdürüyor ama hiçbir zaman güçlü bir hareket olamadı. En son başlık da ki benim en önem verdiğim başlıklardan biridir: "Modern Çağın Hikmet Avcıları: Müslüman Entelijansiya". Çünkü bu kitabın çıktığı tarihte Türkiye’de gençlerin, üniversiteli İslami gençliğin içerisinde muazzam bir okuma, tartışma, bir entelektüelleşme faaliyeti vardı. Ama daha sonra Refah Partisi’nin önce belediyeleri alması, daha sonra Refah-Doğru Yol Hükümeti ve nitekim AK Parti hükümetleriyle beraber bu entelektüellerin önemli bir kısmının devlet tarafından, iktidar ya da yerel iktidar veya merkezi iktidar tarafından devşirildiğini gördük. Entelektüellikleri de büyük ölçüde geri plana atıldı. Bugün burada entelijansiyanın içerisinde bahsedilen isimlerden birinden uzun bir alıntı yapmıştım. Gergedan’da çıkan, Necati Polat’ın Nabi Avcı ile yaptığı söyleşi. Nabi Avcı şu anda Milli Eğitim Bakanı uzun bir süredir. Türkiye’de o tarihte İslami entelektüellerin en parlak isimlerinden birisiydi. Ve burada Chomsky, Ezra Pound gibi isimlerin, Frankfurt Okulu'nun geçtiği bir muhabbet yapabiliyordu o zaman Türkiye’de İslamcılar. O dönemin Zaman gazetesinin, Cemaat'in elinde değil daha o dönem, Fehmi Koru’nun genel yayın yönetmenliğindeki Zaman gazetesi, ki Ali Bulaç İstanbul temsilcisiydi, Nabi Avcı yayın koordinatörüydü, orada çalışan isimlerin büyük bir kısmı şu anda AK Parti’de ya milletvekili ya da danışmanlar. Yani orada büyük bir dönüşüm yaşandı, Türkiye’de İslami entelektüellerin dönüşümüne son yirmi beş yılda ciddi bir şekilde tanık olduk.
Bu kitabın yenisini neden yapmak istemediğimi tekrar söyleyeyim. Öncellikle kitabın üzerinde değişiklik yapmak istemiyorum. Kitabın böyle kalması lazım, yani yanlışıyla doğrusuyla kalması gerekir. Bu bir tercih, yenisini yapmak istemiyorum. Bir diğer nedeni Türkiye’de artık İslami oluşumlar coğrafyasının bir gazeteci için artık çok cazip bir alan olduğunu sanmıyorum. Eskiden bu bir keşfetme alanıydı, hakikaten tırnaklarımızla kazırdık. Mesela hiç unutmuyorum, yakın dönemde AKP’den 7 Haziran’da aday olan gazeteci arkadaşım Mahmut Övür’le o zaman Nokta’da beraber çalışıyorduk, o fotoğraf çekiyordu. Fatih’te İslami bir dergiye gidişimizi ve orada nasıl kötü muamele gördüğümüzü, neler çektiğimizi Mahmut da bilir tabii. O şimdi başka bir yere yöneldi. Biz de gençtik, enerjimiz de vardı, onun bir keyfi vardı, kazıyorduk mesela.
Birçok şeyi İslami gruplar yayın organlarında doğrudan yazmazlardı, örtük dil kullanırlardı, imalı yazılar yazılırdı, müstearlar vardı. İslam mecmuasının başyazarı Halil Necatioğlu’nun aslında İskender Paşa Cemaatinin şeyhi Profesör Mahmut Esat Coşan olduğunu bilirdik. Halil Necatioğlu’nun adını da babasından ve dedesinden yanılmıyorsam aldığını bilirdik. Onun yazılarında adı verilmeden eleştirilenin Erbakan mı yoksa başkası mı olduğunu tartışırdık... Böyle bir faaliyet vardı, yüz yüze görüşmeler esastı. Şimdi günümüzde böyle bir şey yok. Günümüzde zaten internet diye bir şey çıktı, şu an onun nimetlerinden yararlanıyoruz. Ama yakın bir zamanda şunu dediğimi hatırlıyorum: Eğer o tarihte internet olsaydı ben bu kitabı kesin yazamazdım, çünkü internet bize bilgiyi verir gibi yapıyor ama tam vermiyor. O dönem bizim yaptığımız, haberi, bilgiyi gerçekten kazıyarak bulmak faaliyetiydi.
Bir diğer husus da sistemin dışındaki İslamcıların, İslami hareketlerin, grupların sistemin merkezine gelme çabaları ve sistemin sahiplerinin onları sürekli engellemeye çalışması. Onları bu çabalarının yarattığı gerilimde çok ilginç haber unsurları, değerlendirme unsurları vardı, mesela başörtüsü eylemleri, bunun gibi şeyler... İslamcı kadınların öne çıkması, ki daha sonra Direniş ve İtaat adlı kitabımda bunu ayrıca ele aldım. "İki İktidar Arasında İslamcı Kadın" diye altbaşlık koymuştum. Buradaki iktidardan biri sistemin kendisi, mevcut sistem, diğeri de İslami hareket içerisindeki erkek egemen sistem. İslamcı kadın bu ikisinin arasında kalmıştı, bunun işaretlerini bu tarihte çok net bir şekilde görüyorduk. Ama burada İslami hareketin dışarıda kalmış, muhalif gibi görünmesi, gerçek anlamda muhalif değildi aslında, oradaki mesele merkeze taşınma kaygısıydı, burada bir ilginçlik vardı.  Ama özellikle AKP iktidarıyla beraber artık büyük ölçüde o ilginçlik gitti, İslami hareket devlet oldu artık, ne kadar olduysa tabii. Devlet olunca da devleti bir ölçüde İslamileştirdi, ama esas olarak İslami hareketi devletleştirdi. Yani bu kimin hangisini daha fazla belirlediği noktasında, ben başından beri eminim ki İslami hareketin devletleşmesi çok daha fazladır ve başladığı yerden geldiği yer arasında çok büyük bir fark var. Tabii ki fark olur, ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim; geçmişe yönelik bir zaman makinesi olsa ya da geçmişten bugüne bakabilse, o tarihte bu kitapta adı geçen İslami şahsiyetlerin büyük bir kısmı bugünkü İslamcı iddiası olan partileri, siyasetçileri vs. o günkü değerleriyle çok ciddi bir şekilde yerden yere vururlardı. Hatta bunların büyük bir kısmı da kendileri olurdu. Yani isim vermeye gerek yok ama, A kişisi o günkü duruşu ile bugünkü haline herhalde hiçbir zaman razı olmazdı. Çok büyük bir dönüşüm yaşandı. Burada hele 50'li yaşını geçmiş bir gazeteci olarak açıkçası çok heyecan verici bir şey görmüyorum.
Bir diğer husus cemaatler meselesi; Türkiye’de bu kitabı yazdığım zaman, ki ben büyük bir kısmına ulaşamadım, ulaşabildiğim kadarıyla yazdım, buna rağmen epey hacimli bir kitap oldu, Türkiye’de çok zengin bir cemaat ortamı vardı. Ama Türkiye’de bir süredir Fethullah Gülen Cemaati özellikle AKP İktidarı ile beraber iktidarı paylaşarak, onunla ittifak yaparak, iktidar nimetlerini paylaşarak Türkiye’deki İslami cemaatleri büyük ölçüde marjinalize etti. Türkiye’de cemaatler denince akla Fethullah Gülen Cemaati gelmeye başladı, ki eskiden de az çok böyleydi, ama diğer cemaatlerin adı hiç anılmaz oldu. Fethullah Gülen Cemaati okullarıyla, medyasıyla vs. diğer cemaatleri ezdi geçti. Yani hatırlıyorum, bir Nakşi arkadaşımla konuştuğumda okul açmak istediklerini ama açamadıklarını, zorlandıklarını, çocuklarının da Gülen Cemaatinin okullarına gitmek durumunda kaldığını söylemişti. Buna benzer çok örnek var tabii. Hükümet-cemaat savaşı ile beraber bu işin rengi büyük ölçüde değişti.
Son olarak da kitabın üzerinde değişiklik yapmak istememe nedenim şu: Birileri yapacaksa bu ben olmayayım. Bu kitabı yaptığım zaman yirmi sekiz yaşındaydım, genç meslektaşlarımın bu tür şeyleri yapmasını istiyorum; ama şunu da biliyorum ki, biz gençlere o dönemde medyada, medya olmayan basın ortamında bir alan açılabiliyordu, bugün maalesef hangi görüşten olursa olsun medya kuruluşları gençlerin önünü açmıyorlar. Araştırmacı gazetecilik vb. faaliyetlere girmelerini istemiyorlar, onlardan bir şey bulmalarını istemiyorlar, kendi kafalarındakileri doğrulatacak dosyalar, haberler, röportajlar istiyorlar.
Birkaç soruya bakalım:
"Cemaatlerin siyasallaşması ne zaman başladı?"
Çok eskiden beri başladı, Osmanlı’dan beri vardır ama Türkiye’de, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren cemaatlerin hepsi siyasetle bir şekilde ilgiliydi, ama çok büyük baskı olduğu için ilk yıllarında özellikle genellikle yeraltından bu yürürdü. Bu anlamda en çarpıcı örnek tabii ki Said Nursî’dir, Nurculuk hareketidir. Said Nursî’nin hayatı hapisler ve sürgünlerle geçmiştir, ama şu anda Türkiye’nin hâlâ en güçlü siyasi akımı Nurculuksa bunda Said Nursî'nin rolü çok fazladır. Buradaki temel soru şu: Cumhuriyeti inşa eden insanlar İslamiyeti ve dindarları bunun ana unsuru olarak görmediler, onlar da bunu değiştirmek için, ki Türkiye muhafazakâr bir ülke, bunu değiştirmek için mecburen siyasete bulaştılar doğrudan ya da dolaylı olarak. Dolayısıyla cemaatlerin siyasallaşması cemaatlerin ortaya çıkmasıyla eşzamanlıdır.
"Gülen Cemaati devlette ne zaman kadrolaşmaya başladı?"
Herhalde kurulduğu andan itibaren yani Fethullah Gülen’in 1990 yılında çıkan bu kitapta Fethullah Gülen bölümünü hâlâ hiç tereddütsüz tekrar, bazı yazdığım ettiğim şeylerden ya keşke böyle demeseymişim dediğim bölümler var, ama özellikle Fethullah Gülen Cemaatiyle ilgili, mesela bir arabaşlık söyleyeyim, “Sessiz ve Derinden” anabaşlığı, yani "Fethullahçılar: Gözyaşı, Sabır, Devlet ve Millet”. Burada "Kadrolarını devletin hizmetine koşma iddiası", yani kadrolaşma iddiası "ileride bir gün kendine güveni geldiğinde cemaatin siyasi iktidara talip olmak isteyebileceğini teorik olarak varsayabiliriz, denmiş "ancak … spekülatif argümanlarla, kişi kültüne koyu bir bağlılıkla yetiştirilen bu kadrolarla nereye kadar yürünebileceği şüpheli." Nitekim şu anda çok ciddi bir kriz yaşıyor Fethullah Gülen Cemaati, bu krizin en önemli nedeni de, bu hareket İslami olmayan İslamcılığı karşısına alan yönetimlerle mücadeleyi esas alarak güçlendi, ama şu anda karşısında Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti var. Ve bunlar da İslami iddialı. Dolayısıyla Fethullah Gülen Cemaatinin bütün o 70’li yıllardan itibarenki kurgusu, birikimi, deneyimleri bir yerden sonra tıkandı ve şu anda onun çok ciddi bir şekilde bedelini ödüyorlar.
"Nurcular arasında ayrışma neden oldu?"
Kitapta bu çok detaylı bir şekilde var. Öncellikle Said Nursî, bir tarikat olmadığı için kendisinin yerine bir kişi bırakmıyor, bir konsey gibi düşünün ve özellikle ilk öğrencileri bu hareketi yürütmeye çalışıyor. Daha sonra şu ya da bu nedenle kendi içlerinde ayrılıklar oluyor. Mesela en çarpıcı ayrılıklardan biri Yazıcılar denen ekolden Hüsrev Altınbaşak, Said Nursî’nin ilk öğrencilerinden bunlar, Nur Risaleleri'nin matbaayla basılması yerine Said Nursî’nin sağlığında olduğu gibi elle çoğaltıp dağıtılmasını savunuyorlar ve adları zaten buradan geliyor. Ve şu anda kendi çapında vakıflarıyla, özellikle Osmanlıca eğitimi konusunda öne çıkan bir hareket olarak biliyoruz ve AKP İktidarıyla da çok iyi ilişkileri var Yazıcılar'ın benim bildiğim kadarıyla. Bu bir ayrıntı nedeni, farklı farklı nedenlerle birtakım yöresel farklılıklar olabiliyor. Mesela bir diğer farklılık 12 Eylül rejimi sırasında Nurculuğun ana gövdesi olan Yeni Asya Cemaati çok net bir şekilde askeri rejime ve anayasaya karşı çıktı ama Erzurum’daki Mehmet Kırkıncı Hoca ki çok önde gelen bir Nurcudur, o askerden yana oldu. Komünizme karşı askerin yanında, cuntanın yanında tavır alabildi. Fethullah Gülen Yeni Asya çevresini etkisiz, yetersiz buldu, ayrıldı. Kendi çizgisinde İzmir’de başlayan bir hareket kurdu vs. böyle farklı farklı nedenler var.
Genellikle bu tür hareketler içlerinden bölünür, daha sonra tabii ayrılıkların ardından her taraf birbirine birtakım komplolar addeder. Devlet böldü, o böldürdü vs. Mesela benim Yeni Asya sahibi Mehmet Kutlular’la yaptığım bir söyleşi vardı. Mehmet Bey uzun süredir çok rahatsız, onun için kamuoyunun karşısına çıkamıyor, o mesela Fethullah Gülen’in devlet tarafından kullanıldığını ve sonra atıldığını söylemişti. Bu röportaj tabii 28 Şubat dönemindeydi. O Fethullah Gülen’in tamamen Nurculuğu bölmek için devlet tarafından teşvik edildiğine inanıyordu.
"AKP’nin dayandığı en güçlü cemaat tarikat hangisidir?"
Böyle bir şey yok, aynı Erbakan örneğinde olduğu gibi. Erbakan İskender Paşa Dergâhı’nın (o zaman Mehmet Zait Kotku’nun İstanbul Fatih’te İskender Paşa Camiinden hareketle bu adı alır) Nakşî kolunun bir üyesi olarak siyasette yer aldı ve o dönem Mehmet Zait Kotku onu teşvik etti. Hatta kendisi diğer yüksek öğrenimli kadroların cemaat üyelerini de oraya yönlendirdi. Ama daha sonra 12 Eylül’de Erbakan döneminde Mehmet Zait Kotku hapisteyken hayatını kaybetti. Ve yerine damadı Mahmud Esad Coşan geçti. Mahmud Esad Coşan Ankara İlahiyat Fakültesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı profesörüydü, ilahiyatçıydı ama aynı zamanda edebiyatla ilgili bir profesördü. Erbakan’dan gençti, zaten bu kitapta onun öyküsü de anlatılır, Erbakan’ınn tıpkı kayınpederine olduğu gibi kendisine tabi olmasını bekledi ama Erbakan bunu yapmadı; çünkü artık Milli Selamet Partisi, Milli Nizam Partisi ve Refah Partisi çizgisi cemaatlerden tabii ki katkı alan ama cemaatlere doğrudan ihtiyacı olmayan bir harekete dönüşmüştü. Kendisi hocaydı, Erbakan Hoca derken sadece üniversitedeki makine mühendisliği profesörlüğü değil aynı zamanda dini konulara vâkıf olmasıyla da öne çıkan bir isimdi. Orada Erbakan yollarını ayırdı, daha doğrusu Esad Coşan ayırdı ve bir parti kurmak istedi. Hatta diğer cemaatlere, Fethullah Gülen dahil olmak üzere ortak hareket etme çağrısında bulundu ama hiç kimse onu ciddiye almadı. O günden bugüne aynı şey Adalet ve Kalkınma Partisi için de geçerli. Bu partiye çok sayıda İslami cemaat destek veriyor, bu parti de iktidarda çok sayıda İslami cemaate destek oluyor, yani karşılıklı birbirilerine güç veriyorlar. Ama şu anda Tayyip Erdoğan’ın herhangi bir cemaate bağlı olmak, herhangi bir cemaatin şeyhiyle ya da lideriyle bir bağlılık ilişkisine girmek gibi bir ihtiyacı yok.
Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz, Nakşîbendiliğin Menzil kolunun şeyhi Seyda Hazretleri İstanbul’a geldiğinde Başbakan Ahmet Davutoğlu kendisiyle görüştü, hatta bunun fotoğrafları da bir şekilde servis edildi. Tabii ki bu genellikle tekke ve İslamcılık karşıtı çevreler bu fotoğrafların AKP’nin aleyhine olacağını sanır, tam tersine lehinedir. Daha önce zamanında Muhsin Yazıcıoğlu Menzil’e giderdi, Menzil’e bağlı olduğu söylenirdi, hatta oradaki fotoğraflarının yayınlandığı da olmuştu zamanında. Menzil tarikatının Hizbullah’ın Menzil koluyla karıştırılmaması lazım. Adıyaman Menzil’deki Nakşîbendi yapılanmasının, ki Türkiye ve uluslararası alanda çok güçlü, yaygın bir harekettir, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne destek verdiği, hatta bazı bakanların Menzil’e yakın olduğu, bağlı olduğu bilinir. Özellikle de Cemaatle olan savaşla birlikte devlette güvenilir kadro ihtiyacı ortaya çıkınca AKP hükümetinin, Tayyip Erdoğan’ın cemaatlere, tarikatlara, diğer İslami gruplara daha fazla yöneldiğini de biliyoruz. Menzil’in ya da İskender Paşa, ki bu anlamda hevesli olduğunu, işbirliği içerisine girdiklerini biliyoruz, ama sadece bunlar yetmiyor. Bunun için de emniyette Ülkücü kökenli bazı isimlere de başvurulduğunu biliyoruz. Şu anda AKP’nin, Erdoğan’ın en önemli meselesi Gülen Cemaati'nin devletten temizlenmesi. Buna katkıda bulunabilecek kim varsa hepsinin desteğini alıyor ve onlardan güvenebileceği insanları da birtakım kilit yerlere getirebiliyor.
Cemaatle olan kavganın belli aşamalarında birtakım cemaatlerin ortak ilan verdiklerini de biliyoruz. Bu ilanlar cemaat adıyla verilmiyor tabii, cemaatlere bağlı birtakım vakıf ve dernekler adıyla veriliyor. Orada adı geçen vakıf şu cemaatin, bu dernek şu İslami grubun bunu bilen biliyor.
Evet, yirmi beş yıllık bir kitap için yarım saat çok da fazla değildir diyelim. Herkese çok teşekkür ediyorum. Umarım birtakım genç meslektaşlarım benzer çalışmalar yaparlar ve ben de onları burada, bu stüdyoda konuk eder, onların görüşlerinden, bilgilerinden istifade ederim.

Periscope'tan izle




Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
17.10.2025 DEM Parti heyeti İmralı’ya tünel mi kazdı?
16.10.2025 İktidarın hedefinde LGBTİ+ var
15.10.2025 Bahçeli’den bu sefer de Alevi açılımı
14.10.2025 Öcalan’dan Demirtaş’a değil, Demirtaş’tan Öcalan’a mektup gitti
14.10.2025 Milliyetçi partiler birleşir mi?
13.10.2025 Öcalan medyanın dilinden rahatsız olmakta haklı mı?
13.10.2025 Roj Girasun ile söyleşi: Demirtaş niçin tahliye olmadı? Çözüm sürecinin Irak, Suriye ve İran ile ilişkisi
12.10.2025 Öcalan çağırdı, sürgündeki Kürt siyasetçiler bavullarını hazırlamaya başladı
12.10.2025 Türkiye’de bir şeyler çözülür diye yurtdışında ödleri kopanlar var
19.10.2025 DEM Parti’nin sürece hazırlıksız yakalandığı anlaşılıyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı