Mümtaz'er Türköne ile söyleşi: "Türkiye Kürtlerle birlikte yeni bir ulus inşa edecek"

23.04.2025 medyascope.tv

23 Nisan 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Öncelikle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlayalım ve Mümtaz’er Türköne ile beklenen sohbetimizi yapalım. Mümtaz’er hoş geldin.
Mümtaz’er Türköne: Eyvallah.

Ruşen Çakır: Vallahi senin söylediklerin ülkeyi bayağı sarstı diyordum, bir geldik ki deminden beri deprem. Artçı sarsıntılar da hâlâ devam ediyor. Yayını tamamlayabilecek misin sen?
Türköne: Depremden ikimiz de korkmuyoruz, değil mi?

Ruşen Çakır: İnşallah, bakalım. Evet, İstanbul Silivri açıklarında 6,2’lik bir deprem diyorlar. Sen Silivri'yi bilirsin. Kaç yıl yatmıştın Silivri'de?
Türköne: Dört yıl iki ay.

Ruşen Çakır: Dört yıl iki ay. Şimdi orada Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları var. Silivri deyince insanların aklına cezaevi geliyor ve biz de zaten bir süredir 19 Mart sonrasını konuşuyoruz. Ne diyorsun, 19 Mart defteri kapandı mı?
Türköne: Hesap açık derler ya, neticesine bağlanana kadar bu tür defterler hep açık kalır. Mantık olarak, muhakeme olarak, verilecek hüküm açısından kapandığını düşünüyorum, sadece zamanlamasını kolluyorlar. Türkiye hukuka dönmek zorunda. Hukuka dönüşün sembolleri de Ekrem İmamoğlu, Ümit Özdağ,  Can Atalay, Selahattin Demirtaş. Simge hâline gelmiş isimler. Bunlarla ilgili kararın verildiğini, bunların serbest kalacağını düşünüyorum. Çünkü hiç kimsenin başka çaresi yok. Hukuka dönmek zorundalar ve dönüşün de olmazsa olmazı, vazgeçilmez şartı, bu isimlerin dışarı çıkması. 

Ruşen Çakır: Tabii bu süreçle de çok alakalı. Devlet Bahçeli, Türkiye'de o süreci, kendi terimiyle ‘’terörsüz Türkiye’yi’’ ilk başlattığı zaman çok az insan bunu ciddiye aldı ya da almak istedi, öyle diyeyim. Kimisi buradan bir şey çıkmayacağını düşündü, kimisi de çıkmasın istedi açıkçası. Sen bu konuda baştan itibaren çok net bir duruş sergiledin. Ben de farklı bir açıdan bir duruş sergiledim ve çok kişi bizimle kafa buldu, hatırlıyorsun. Ama şimdi onlar bitti ve insanlar şimdi, “Acaba PKK Nisan sonunda mı toplayacak kongreyi, mayıs başında mı toplayacak? Ne kadar sürecek?” diye konuşuyorlar. O olay oldu değil mi? Oluyor.
Türköne: Doğrusunu istersen biz seninle bunları konuşurken de bizim dışımızda, insanların daha çok ayrıntılarla veya geçici olan şeylerle uğraştığını düşünüyordum. Bazı şeyler yapısaldır, kalıcıdır. Asıl yapısal değişimleri takip ettiğiniz zaman onu tamamlayan geçici şeyleri yerli yerine yerleştirmek daha kolay. Türkiye, Suriye'yi, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kürtlerin Rojava dediği bölgedeki Kürtleri, Irak'taki gelişmeleri, Gazze üzerinden Amerika ile İran arasındaki ilişkileri dikkate almadan, Türkiye'deki çözüm sürecini anlamak mümkün değil. Çözüm süreci etrafındaki tartışmaları da, hukuka dönüş mecburiyetini de, benim iddia ettiğim erken seçim meselesini de yerli yerine yerleştirmek ve bu tür sonuçlar çıkartmak mümkün değil. Şöyle izah edeyim: Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken, 1924 Lozan, 1923, 1924, Türkiye, Musul'u Misak-ı Milli sınırlar içine almak üzere ısrar ediyor ve Kürtlerle de uzlaşmış; federasyon gibi bir şey öngörülmüş. Bugün iddia edilen şey bu. Sonra Musul olmayınca, Türkiye içinde kalan Kürtleri tam anlamıyla bir Türk ulus devleti içinde eritmek gibi bir politika benimseniyor. Arkasından Şeyh Sait İsyanı, Ağrı Dağı Zilan İsyanı, onlar devam ediyor ve Şark Islahat Planı’yla, en son 1983'te Kenan Evren'in giderayak çıkarttığı Kürtçenin yasaklandığı o kanunla, Türkiye bugüne kadar bu politikayı devam ettiriyor. 2014'te bu demokratikleşme paketlerinden birinde Kürtçe eğitime izin verilmesine kadar da devam ediyor bu. Zaten Türkiye bu anlamda ondan sonra biraz rahatlıyor. Şimdi şöyle bir şey oluyor: İran devre dışı. İran Devleti, Türkçülüğe oynuyor. Mesela bunun üzerinde kimse durmuyor: İran’da bir Türk Cumhurbaşkanı seçildi ve kalkıp Şehriyâr'ın şiirini okudu. Fikir vermesi için, Heyder Baba'ya selam şiiri çok önemlidir.
Heyder Baba yıldırımlar çakanda,
Seller sular şakkıldayıb akanda,
Kızlar sana el bağlayıp bakanda,
Selam olsun ilize, şefkatize… diye devam eder. Çok uzun bir şiirdir. Aslında Türklük bilincini ifade eden bir şiirdir bu. Ben de ezbere biliyorum şiiri. Ülkücü geçmişimizden kaynaklanan bir şey. Şehriyâr da çok önemli bir şair. İran'da yaklaşık olarak 20 milyon civarında Türk var ve İran'ı yönetenler hâlâ Türkler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile İran arasında da hiçbir şekilde uzlaşmaz, telif edilmez bir düşmanlık var. Coğrafyanın düşman ettiği iki tane devlet. Pehlevi Hanedanına gelene kadar, bütün tarih boyunca da aslına bakarsan iki tane Türk devleti. 1514 Çaldıran’dan beri, Türklerle Kürtler ittifak ederek İran'a karşı tavır aldılar. Onun öncesinde, Uzun Hasan’a karşı olan Otlukbeli’ni de buna dâhil edebilirsin. Yani şunu ifade ediyorum, bu çok önemli bir şey olduğu için, çok gereksiz görünen bu tarihi malumatı vermek zorundayım. Çünkü eğer İran'da Türklük üzerinden Türkiye'ye yönelik bir şey varsa, bu çok doğal bir şekilde, Türkiye'deki Türk-Kürt ittifakını tetikler.
Ben 1977 yılında Ankara'da Eti Sineması’nda, Alpaslan Türkeş'in verdiği bir konferansı dinlemiştim. Tarih üzerine bir konferanstı ve dinlediğim şeylere çok şaşırdım. Türkiye'de Türk milliyetçiliğinin en önemli isimlerinden birinin söylediği şuydu: Konuşmasının başında tek tek komşuları saydı; Rusya'yı, o zamanki Sovyetler Birliği, Ermenistan, Yunanistan, Suriye, Irak. “Bunların hiçbiri bizim düşmanımız değildir. Bizim tek ve gerçek düşmanımız İran'dır” dedi. Bu bir tarih bilinci. Orada Türklük değil çünkü. Türklük bir ortak payda, fakat düşmanlık kalıcı bir şey. Benim çıkardığım sonuç şu: 1950'lerde Türkiye Dışişleri Bakanı kendi ağzıyla, “Türkiye’nin Kıbrıs sorunu yoktur” demişti. İngilizler geldiler, bizim önümüze, “Hayır, sizin bir Kıbrıs sorununuz var” diye altın tepside bir fırsat getirdiler. Ondan sonra Zürih, Londra Anlaşmaları imzalandı ve Türkiye Kıbrıs'a taraf oldu ve bugünkü manzara ortada. ‘’Türkiye'nin Kıbrıs sorunu diye bir sorunu yoktur’’ tezinden, bugün neredeyse Kıbrıs üzerine inşa edilmiş bir dış politikaya geçiş gibi evreler geçildi. Şimdi bölgedeki gelişmeler, Suriye'deki gelişmeler, Türkiye'nin rolü, Türkiye-İran karşıtlığı, buna dayalı olarak alternatifler… Mesela Suriye’de Araplar, Suudi Arabistan'a, Mısır'a daha açıklar. Irak bu anlamda fiilen üçe bölünmüş vaziyette. Şii Araplarla Sünni Araplar, herkesin kendi kıblesi, istikameti var. Her birinin kendi varlığını devam ettirebilmesi için, Kürtlerin Türklerle, Türklerin de Kürtlerle ittifak etmekten başka çareleri yok. Devlet Bahçeli'nin çıkışlarından, söylemlerinden benim yorumladığım, anladığım, çıkardığım netice şu: Türkiye, 100 yıldır takip ettiği politikayı terk edecek ve bir Türk-Kürt ittifakı üzerine, hatta ulus devletin ulusunu yeniden tanımlayarak…

Ruşen Çakır: Dün DEM Parti Milletvekili Cengiz Çandar’la yaptığım yayında https://medyascope.tv/2025/04/22/kandil-kendini-feshetmeye-hazir-mi-video/ o da benzer şeyleri söyledi. Bir iki tane de önemli not aktardı. Sırrı Süreyya Öcalan'la görüştükten sonra onunla konuşmuş, ondan bir şeyler de öğrenmiş, ayrıca detay öğrenmiş. Bir de geçenlerde Öcalan'ın Sırrı Süreyya ile ilgili yolladığı bir mesaj vardı, Pervin Buldan hastanenin önünde okudu onu. O mesaj, Sırrı’nın Türkmenliğine vurgu yapan bir mesaj. Cengiz Çandar, o mesajın aslında Sırrı Süreyya üzerinden Devlet Bahçeli'ye yollanmış bir mesaj olduğunu söyledi ki Devlet Bey ‘’Türkmen Beyi’’ diye anılır. Cengiz Çandar'a göre, Öcalan ve Bahçeli'nin birlikte kotardığı yeni bir şeyden bahsediyor.
Türköne: Aynı şeyi ben de tekrarlıyorum.

Ruşen Çakır: Biliyorum, sen de aynı şeyi söylüyorsun da o zaman tekrar senin başına gelenlere gelelim. Erdoğan ne yapıyor?
Türköne: Şimdi biraz önceki cümlelerimi tamamlayayım istersen. Aydın Menderes çok entelektüel biriydi. Rahmetli çok iyi okurdu, muhabbetlerimizde bilgisine hayret ederdim. Onun bir sözü var, ta 90'lı yılların başlarında söylenmiş bir laf: “Bu Abdullah Öcalan çok iyi bir Türk” diyor. Oradaki ‘’Türk’’ kelimesini imalı bir şekilde söylüyor, ama orada ana fikir başka. Cengiz Çandar'ın gördüğü şeyle benim gördüğüm şey de aynı. Bahçeli'de ve Öcalan'da gördüğümüz şeyler de aynı. Bahçeli, Türkiye'de hiç kimsenin tereddütsüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin menfaatleri, bekası konusunda taviz vermeyecek bir adam olarak bilinir, ki doğrudur. Bugüne kadarki hayatı hep öyle geçmiş. Hiç geri adım atmaz, hiç taviz vermez, kılını bile kıpırdatmaz. Devletin çıkarı, devletin bekası, devletin menfaatleri neyse orada durur. Öcalan da, evet, Kürtlerin saygı duyduğu bir isim, bunu teslim etmek lazım ve devrimci bir adam. Bizim o 70'li yıllardaki devrimci ruhu biliyorsun. Bir şeyleri tersyüz ederek, çok imkânsız gibi görünen şeyleri altüst ederek yolunu açan bir adam. Devrimci bir bakışı, devrimci bir perspektifi var ve onun Türkiye'deki mevcut statükoyla, Kürtlerin mevcut statüsüyle ilgili perspektifinde de çok devrimci bir yaklaşım var. İkisi bir araya geliyor. Yani Öcalan'ın devrimciliği, Devlet Bahçeli'nin de devletin bekası konusundaki hassasiyeti. Bu, benim tanımıma göre, Türklerin ve Kürtlerin kader birliği ettiği yeni bir ulusun inşası, devletin de ona göre tanzim edilmesi. Yani devlet konusunda Kürtlerle ortaklaşma. Kürtlerin de kendini güven içinde hissettiği, devletin demokratikleşmiş, hukuka uygun hâle gelmiş bir hâlini yaratma teşebbüsü. Biz çözüm süreci diye, Kürtlerle Türkleri veya Öcalan'la PKK'ya silah bıraktırma gibi çok basit bir şey olarak anlamamalıyız. Bu tam anlamıyla, Cumhuriyetin 100 yılından sonra Kürtlerle birlikte yeni bir ulus inşa etme süreci ve Kürtler buna istekliler. Herhalde bir %5'lik, belki de %10'luk bağımsız devlet sevdalısı Kürt milliyetçisi olabilir, separatist eğilimler olabilir. Ama Kürtler, Türklerle tarihte olduğu gibi kader birliği edebilirler ve bundan yeni bir ulus çıkabilir. Benim perspektifimi de söyleyeyim. Kürtlerin bir ulus olarak kendi kaderini tayin hakkı diye bir hakları var mı? Evet, var ve onların kendi kaderlerini tayin hakkına, bir Türk olarak benimle birlikte bir kader oluşturacakları şekilde, onların rızasını, onayını alacak şekilde kollarımı açmam, zemini oluşturmam lazım.  Çözüm süreci dediğimiz, Bahçeli'nin yapmaya çalıştığı şey de bu.

Ruşen Çakır: Peki, Erdoğan nerede duruyor?
Türköne: Ben bunu defaatle yazdım. Erdoğan'ın bakışı devlet nokta-ı nazarından değil. Siyasi hesaplar, matematiksel denklemler, iktidar stratejileri, taktikleri üzerinden gidiyor ve anlaşıldığı kadarıyla bu soruna, ‘’kendi iktidarını sağlamlaştırır mı zayıflatır mı?’’ perspektifinden bakıyor. Doğrusu Bahçeli ile hemfikir ve uyumlu olduğu kanaatinde değilim. Zaten gelişmeler de onu kanıtlıyor. Mesela bunun basit göstergelerinden bir tanesi Ahmet Türk. Ahmet Türk, Mardin Belediye Başkanlığı koltuğuna geri döndüğü gün, diyeceğim ki ‘’Tamam. Erdoğan da Bahçeli ile uyumlu, senkronize bir şekilde meseleye el atmış.’’

Ruşen Çakır: Şu anda canlı yayınımızda bayağı bir izleyici var, görüyorum.  Tabii insanlar hemen Bahçeli'nin dünkü açıklamasından sonra senin tavrını bekliyorlar. Mesela birisi, ‘’herhalde Mümtaz’er Türköne artık biraz geri adım atar’’ demiş. Sen dün “Beni muhatap aldığını düşünmüyorum,” dedin. Ama bence aldı Mümtaz’er.
Türköne: Şöyle: mesela Bahçeli ‘’çürük’’ tabirini kullanıyor, bir de çoğul kullanıyor. Tek kişi değil yani.

Ruşen Çakır: Beni de katmıştır.
Türköne: Şamil Tayyar da var kesinlikle. O üzerine alınmıyor gerçi, bu arada ben de üzerime alınmıyorum. Bahçeli'nin derdi orada beni hedef almak değil. Metni okuduysan, bir konuşma metni. Aslında grup konuşma metni gibi hazırlanmış, çok alakasız bir yere monte edilmiş. Beni hedef aldığı iddia edilen iki cümle var. Benim Cansu Çamlıbel’le röportajımdaki https://t24.com.tr/yazarlar/cansu-camlibel/mumtaz-er-turkone-erdogan-cozum-surecini-tirpanlayacak-bahceli-de-bunun-uzerine-erken-secime-goturecek-cunku-hukuka-donmeden-surecin-basari-sansi-yok,49556 ana fikrim, biraz önce konuştuğumuz şeydi. Türkiye Cumhuriyeti 100. yılında Kürtlerle birlikte yeni bir ulus inşa edecek ve bambaşka bir forma geçecek. Bunun da iki tane aktörü var: Biri Bahçeli, biri Öcalan. Yani, ‘’Bahçeli devlet adamlığıyla, Öcalan da devrimciliğiyle bu işe bütün varlıklarını vakfetmiş vaziyetteler’’ tezi üzerine inşa edilmiş bir şeydi o. Ve oradan çıkan sonuçlardan bir tanesi, bu şekilde oluşacak bir çözüm sürecinin olmazsa olmazının, Türkiye'de bir hukuk düzeni olduğunu, hukuk devleti olduğunu, bunsuz olmayacağını söylemiştim. Bu olmadığı takdirde, bu da Erdoğan'ın elindeki otokratik ayrıcalıkları kaybetmesi, gücü kaybetmesi, iktidarı kaybetmesi anlamına geliyor. Bu durumda Devlet Bahçeli çözüm sürecinde ısrar eder. Çözüm sürecinin hayat bulması için de tek seçenek kalır: Erken seçim. Bu, benim muhakemem, mantık yürütmem.
Ben, Bahçeli'nin kullandığı, söylediği metinleri, altında imzası olan metinleri yorumlama konusunda bugüne kadar hata yaptığımı düşünmüyorum. Bahçeli'nin, o metni kaleme alırken her zaman bir ana fikri, bir amacı vardır. Bu grup konuşması metni, yani bir konuşma metni olduğu için burada birden fazla ana fikir de olabilir. Dikkatle bakıldığı zaman, bu metin de çözüm süreci üzerine inşa edilmiş bir metin. Bu, ana strateji. Bu stratejinin gerçekleşebilmesi, bu hedefe doğru ilerlenmesi için, taktik olarak çözülmesi gereken şeylerin başında AK Parti'nin ve Erdoğan'ın buna ikna edilmesi geliyor. Buna ikna edilmesi için de erken seçimin Bahçeli tarafından dile getirilmesi gibi bir ihtimalin olmaması gerekiyor. Bahçeli böyle bir şeyden bahsetmez. Nitekim, ben önceki hafta ekonomiyi, çözüm sürecini, hukuksuzluğu, bütün bunların hepsini bir araya getirerek, onunla temellendirerek ‘’Erken seçim Türkiye için kaçınılmaz’’ diye bir yazı yazdım ve ertesi gün Bahçeli, yine ‘’erken seçim gündemimizde yok’’ diye bir açıklama yapmıştı o yazıdan sonra. Bahçeli'nin tepkisi son derece doğal. Bazen kasabaya nizam vermek için oradaki birine bir şey söylemek gerekiyor, o da ben oluyorum herhalde.

Ruşen Çakır: Erken seçimin zaruri olduğuna ben de inanıyorum. Özellikle 19 Mart'tan sonra yaşanan tablo, son kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor. Bir de Erdoğan'ın atamadığı adımlar ya da kayyum atayamamak gibi attığı geri adımlar var. Ama biliyoruz ki erken seçim olabilmesi için… Hani Bahçeli Özgür Özel'e, “100 milyon imza toplasan ne işine yarayacak?” dedi ya, o imzayı topladığı zaman Yüksek Seçim Kurulu, “Ülke mecburen erken seçime gidiyor,” demeyecek. Erken seçim olması için iktidar koalisyonunun çatlaması lazım. En azından birisinin ya da ikisinin birden ‘’Bu iş böyle olmuyor, ülkeyi seçime götürelim’’ demesi lazım. O anlamda ilk akla gelen isim Bahçeli. Bir de 2002 deneyimi var, değil mi?
Türköne: Bahçeli'nin şu anda kafasında erken seçim opsiyonu yok. Erken seçim opsiyonuyla veya böyle bir tehditle Erdoğan'la bir uzlaşma arayışı da yok. Fakat bunun gündeme getirilmesinin Bahçeli'ye bir zararı da yok. Şu anda taktik olarak öyle anlaşılıyor ki… Nitekim bir görüşme ihtimalinden bahsediliyor. Bahçeli, Erdoğan’la işi kotarma, uzlaşma, uyum yakalama, yani özellikle bu çözüm süreci konusunda birlikte hareket etme opsiyonlarını tüketmeye çalışıyor. 

Ruşen Çakır: Şu anda sanki orası yürüyor gibi.
Türköne: Yürümüyor. Bence yürümüyor. Başka işaretler de var. Onlar delillendirilecek şeyler olmadığı için ben söz konusu etmiyorum. Sadece nesnel şartlara bağlı söylüyorum. Ben Erdoğan'ın, çözüm sürecini Türkiye'nin yakaladığı tarihi fırsatı somutlaştıracak, hayata geçirecek bir cesaretle ve iradeyle sahiplenip sürdüreceği kanaatinde değilim. Geçmişte de yaşadı, şimdi çok net bir şekilde görüyor. Çözüm süreci Erdoğan’ın işine gelmiyor. Denklem bu kadar açık. Ama Bahçeli'nin Erdoğan'ı o noktaya getirme çabası tabii ki takdire şayan bir çaba aynı zamanda. 

Ruşen Çakır: Biliyorsun, en son Ömer Çelik, “Ay sonunda somut gelişmeler bekliyoruz” diye açıkladı. Sırrı Süreyya'nın rahatsızlığı bir şeyleri geciktirdi. Ama Pervin Buldan yanında bir avukatla beraber gitti, geldi ve ay sonu ya da mayıs başında o kongrenin olacağı yolunda çok ciddi iddialar var.
Türköne: Kongre kısmını çok önemsemiyorum ben. Burada önemli olan, bu sürecin gerçekten kotarıldığı ve yoluna konulduğuna dair somut göstergeler: ‘’Umut hakkı’’nın çıkması, Öcalan'ın rahat iletişim kurabileceği bir ortama kavuşturulması, Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması, bu kayyum meselesinin, gerçekten hukuka, mevcut mer’i kanunlara uygun bir şekilde bir yoluna konulması, kent uzlaşısı konusunda açılan Şişli Belediye Başkanı, Esenyurt Belediye Başkanı’na açılan davaların sonlandırılması. Çünkü bu, kanuna da aykırı. İki siyasi parti kendi arasında işbirliği yapmış. Size ne? Yargının ne işi olabilir orada? Zaten bütün bunlar olmadan, Kürtlere yönelik, “Biz Kürtlerin bu devlet içindeki varlığını hukuk garantileriyle sağlayacağız” mesajı vermeniz imkânsız. Bu mesajı Erdoğan verir mi? İnşallah verir, öyle bir temennide bulunabiliriz. Ama ben çok inanmıyorum, çok güvenmiyorum. Erdoğan için iki ucu pis bir değnek. Kendimi onun yerine koyarak empati kurup neyle karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. Onun için çözüm sürecine destek vermek ve vermemek, yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal. Nasıl bir yol bulabilir? Ben Erdoğan'ın realizmi konusunda umutluyum. Şartları gayet iyi okur ve mantıklı sonuçlar çıkartır. Delicesine, böyle çok maceracı bir hamle içine girmez, ondan eminim. Ama bu bir açmaz, paradoks.

Ruşen Çakır: Peki, Erdoğan çözüm sürecine angaje olursa, diyelim ki Bahçeli ile bu işi yaparsa ve oradan somut sonuç çıkarsa, ne olacak? Cumhur İttifakı güçlü bir şekilde yoluna devam mı eder? Çünkü sen baştan itibaren hep şöyle bir opsiyon koyuyorsun: Çözüm sürecinin başarısı Erdoğan'ın çok işine yaramayacak.
Türköne: Evet.

Ruşen Çakır: O zaman, çözecek ve iktidarı muhafaza etmesi o kadar zorlaşacak gibi.
Türköne: Şöyle mantıklı çözümler, alternatifler geliyor aklıma. Çözüm süreciyle beraber, Türkiye'nin yarı başkanlık sistemine veya parlamenter sisteme dönüşü gibi bir program yürürlüğe girerse, Erdoğan, güç kaybına rağmen orada pozisyonunu muhafaza edebilir. Öyle seçenekler üzerine kafa yorabilir. Mesela önemli göstergelerden birisi, Cumhurbaşkanlığı Hukuk İşleri Başkan Vekili Mehmet Uçum’un, hafta sonu kendi sosyal medyasında iki tane makale yayınlaması. İkisi de hukukla alâkalı. Yani kendisine göre bir hukuk teorisi geliştiriyor, onu izah etmeye çalışıyor. Anladığım kadarıyla sarayın hukukçuları, hukuka dönüş üzerine bir çalışma yürütüyorlar; bunun alternatifleri üzerinde duruyorlar. Bu, beraberinde yarı başkanlık sistemi veya parlamenter sistem gibi opsiyonları da tartışmayı getirir, onları öyle alternatifler üzerinde durmaya da sevk edebilir. Bütün çareler tükenmeden, bütün alternatifleri tüketmeden, Erdoğan’ın geri adım atması mümkün değil. Şu aşama da galiba alternatiflerin tükendiği bir aşama.

Ruşen Çakır: Sen ısrarla, ‘’benim Bahçeli ile bir ilişkim var’’ diyorsun. Yıllardır tanışıyorsunuz. Ama kaç yıldır görmediğini, görüşmediğini Cansu Çamlıbel’e de söyledin. Geçenlerde bir YouTube yayınında bir gazeteci, senin, son dönemde sıklıkla MHP Genel Merkezi’ne gittiğini söylemiş. Duymuşsundur herhalde bunu.
Türköne: Evet, duydum. Çok da kınıyorum. Gazetecilik etiğine de aykırı bir şey. Böyle bir şeyi söylemeden önce açıp bana sorması, bir de delil göstermesi lazım. Ben cezaevinden çıktım, bir hafta sonra teşekkür etmek için Devlet Bey'i ziyaret ettim. Bir saat kadar sohbet ettik. O, bizim Devlet ağabeyimiz, talebelik yıllarından beri tanıdığım birisi. Benim üzerimde hakkı da vardır Devlet Bey'in. O yüzden benim saygım ve sevgim de vardır. Ondan vazgeçmem hiçbir zaman. Herkes anlamayabilir ama Devlet Bey’in kullandığı cümlelerin ülkücü jargonda karşılığı var ve ben onların ne anlama geldiğini gayet iyi biliyorum. Mesela ‘’çürük’’ tabiri kullanıyor. Çürük tabiri ülkücü jargonda MHP'li olmayan anlamına geliyor.

Ruşen Çakır: Beni kastediyor.
Türköne: Hayır, ülkücü olup da MHP'nin içinde olmayan anlamına geliyor.  Benim açımdan iyi bir tarafı var. Benim MHP ile ve Devlet Bey’le hiçbir ilişkim yok, hiçbir iletişimim yok diye her vesileyle söylüyordum, şimdi herkes herhalde bir ilişkim olmadığını anladı.

Ruşen Çakır: Son açıklamadan sonra.
Türköne: Evet. Hiç olmazsa böyle hayırlı bir tarafı oldu.

Ruşen Çakır: Zaten seninle sık sık konuşuyoruz, ediyoruz. Buraya da geliyorsun. Benim bildiğim, sen İstanbul’dasın. Ankara'da yaşıyor olsan aslında İstanbul’dasın.  MHP Genel Merkezi’ne gittin mi?
Türköne: Bir kere gittim. 2020'nin Ekim ayında. 

Ruşen Çakır: Beş yıl olmuş.
Türköne: Evet.

Ruşen Çakır: Ama biliyorsun, sinyaller denk gelirse seni bulurlar.
Türköne: Bulsunlar, keşke bulsalar da söyleseler. Ankara’ya en son ekim ayında bir cenazeye gittim. Sabah gidip akşam döndüm. Bu işi karıştıranlar, muhtemelen sarayda da peşine düşüp, “Hakikaten bir ilişkileri var mı, ortalığı karıştırıyor mu bu adam?” diye istihbarata falan da sorabilir. HTS kaydı mı diyorlar, o sinyallerden hiçbir şey bulamazlar, benim telefonlarımdan da bulamazlar. 

Ruşen Çakır: Burada tabii şöyle bir şey oluyor. Aslında sen, pazartesi günü yayınlanan Cansu Çamlıbel’le yaptığın röportajında söylediklerini uzun zamandır yazıyorsun. Biz de yayınlarda uzun zamandır konuşuyoruz. Tabii orada ‘’erken seçim kesin oluyormuş’’ gibi doğrudan başlığa çıkınca, sen ne kadar reddetsen de birçok kişi seni, bir tür Bahçeli'nin sözcüsü gibi gördüğü için çarşı orada karıştı.
Türköne: Evet.

Ruşen Çakır: Peki, çarşı şimdi yatıştı mı?
Türköne: Çok kirli bir atmosfer var. Sanıyorum seni de rahatsız eden bir kirlilik var.

Ruşen Çakır: Ben artık alıştım. Mesela sen 5 yıl cezaevinde yattın, aslında bayağı bir temizlendin. Biz hep dışarıdayız. Benim şu ana kadar linç yemediğim grup yok, buna CHP de dâhil.
Türköne: Seninle konuşurken söylüyordun, o güzel bir tanımlama. Herhangi bir şey gündeme geldiği zaman, o gündem üzerinden reklam yapmaya çalışanlar devreye giriyor, bazıları öyle. Bazıları da, üçkâğıtçı yankesiciler vardır ya, gelip cebinden bir şeyi alır, ondan sonra da köşede işportada satarlar, öyle tipler var sosyal medyada ve medyada. Bir de İktidar medyası çok pespaye. Tam anlamıyla ‘’çanak yağmacısı’’ diyorum onlara. Halkla ilişkiler memuru gibi verilen talimata göre bir şeyler üretmek zorundalar. Ahlâksızlık çok ayrı bir mesele. Bu işi de çok mekanik bir şekilde yaptıkları için, çok sevimsiz, itici ve zorlayıcı bir şekilde, çirkin bir şekilde yapıyorlar. Aldırmıyorum. Ben de senin gibi düşünüyorum. Yani it ürür kervan yürür.

Ruşen Çakır: Peki. Senin ülkücü camiadaki arkadaşlarının hepsi değişik yerlerde şu anda, kimisi MHP'de, kimisi İYİ Parti'de, kimisi kendi hâlinde. Herhalde bu son olaylardan, son yazıp ettiklerinden sonra daha fazla yoğun görüşmeler oluyordur. Ne diyorlar?
Türköne: Ta 70'li yıllardan kalma eski arkadaşlarımdan, özellikle sevdiğim saydığım arkadaşlarımdan konuştuğum, telefonla arayanlar, ziyaretime gelenler oluyor farklı yerlerden, ama mesela MHP'den yok, hiç yok. Hatta MHP'yi temsil yetkisine sahip hiç kimse yok. Diğerleri bu çözüm süreci meselesinde inanılmayacak kadar açık görüşlüler. Türkiye’nin gidişatını, Suriye'deki gelişmeleri görüyorlar. Ülkücüler zeki adamlardır, çok okumazlar, gelişmeleri çok derinden takip etmezler ama hemen kavrarlar. Tabii benim tanıdıklarımdan bahsediyorum. Ve merak, merakın arkasından bir ilgi ve olup biten şeyler kafalarına yatıyor. Mesela İYİ Parti kesiminde veya ona yakın ülkücü parti var şu anda. O kesimler, Bahçeli'nin sözcülüğünü veya Bahçeli propagandası yaptığım şeklinde eleştiri yapıyorlardı. Onlar da şimdi biraz seslerini kestiler. Anlıyorlar artık. Mevzunun, Türkiye’nin âli menfaatleri için ne kadar hayati olduğunu kavrıyorlar. Son birkaç ayda, Türkiye'nin doğru davrandığına, bu konuda ikna olmaya hazır veya ikna olmuş ülkücülerden de olağanüstü bir ilgi var.

Ruşen Çakır: Bütün bu söylediklerin Kürt sorunun çözümü bağlamında. Daha doğrusu, PKK meselesinin çözümünde de Öcalan'ın dediği gibi çok ciddi bir paradigma değişimi var. Bu paradigma değişimini, özellikle yaşını başını almış, mesela senin kuşağındaki insanlar, bütün bu 40 yılı, 50 yılı bilfiil yaşamışlar. Taraf olarak yaşamışlar bir de, değil mi? Seyirci olarak yaşamamış, taraf olarak yaşamış insanların geldiği bir nokta. Şunu soracağım: Türkiye'nin böyle bir defteri kapatmak istemesini istemeyen insanlar bunu niçin istemezler? Burada dış güçleri kastetmiyorum.
Türköne: Ben şöyle bir ayrım yapıyorum. Bunun da pratik karşılığı var,  sosyal anlamda karşılığı var. Mesela ülkücülüğün de çok güçlü olduğu bir Orta Anadolu damarı, bir de Toroslar’da, Toroslarla çevrelenen bir şey vardır. Ay yıldız gibi düşünürseniz, ay Toroslar, onun merkezine de Yozgat'ı koyup, oradaki coğrafyayı dikkate alırsanız, bunlar genellikle Kürt göçünün çok yoğun olarak gelmediği, Kürtlerle sorun yaşamayan ve ülkücü, milliyetçi damarın da çok kuvvetli olduğu yerler. Mesela bunların geçmişte de Kürtlerle problemi yoktu. Kürtlerle problemi olanlar daha çok sahil kesimleri, batı kesimleri. Takip ediyorsundur, mesela bugün de bu sürece ülkücülerden daha şiddetle karşı çıkanlar Ulusalcılar.

Ruşen Çakır: Evet, tam da onu sormuş bir izleyici. Geçenlerde Veli Küçük, Türk Ortodoks Patrikhanesi’ndeki ayinde tekrar gözüktü. Yanında da Cihat Yaycı vardı.
Türköne: Evet şu Mavi Vatan.

Ruşen Çakır: Evet. Aslında Mavi Vatan’ın sahibi o değil. Aslında sahibi Cem Gürdeniz. O sonra sahiplendi. Değişik birisi. O damar hâlâ güçlü mü? 
Türköne: Sanmıyorum. Devlet katında veya devletin derinlerinde bir karşılığı yoksa, üfürdüğünüz zaman onlar yok olur giderler. Mantık olarak böyle bir varlıktan ne kadar söz edilir, ben de çok emin değilim, bunu söylüyorum habire ama, akıl sahibi, refleks gösterebilen, muhakeme yürütebilen, istihbaratçılardan, diplomatlardan, bazı akademisyenlerden herhalde mülki kadrolardan, güvenlik birimlerinden meydana gelen böyle bir kurum var. Bunlar meseleyi Devlet Bahçeli'nin gördüğü şekilde görüyorlar. Yani devletin bu konuda geçmişte olduğu gibi farklı bir politikası yok. 90'lı yıllarda ‘’ya sev ya terk et’’ diye ifade edilen şeyin bir benzeri yok bugün. Bugün tam anlamıyla, Devlet Bahçeli'nin kendisiyle özdeşleştirdiği, sadece elini değil gövdesini koyduğu meseleyi devlet içinde de onun gibi anlayan ve savunanlar var. Bu konuda bir uyum var. AK Parti bunun dışında mesela.

Ruşen Çakır: Peki, muhalefet neresinde? Çünkü özellikle senin söylediklerinde, kısmen benim söylediklerimde de, ‘’Muhalefet gümbür gümbür geliyor. Siz Devlet Bahçeli'yi esas aktör olarak ortaya koyduğunuz zaman muhalefeti de sönümlendiriyorsunuz’’ deniyor. Değişimin eşiğindeki Türkiye dedik. Türkiye'yi değiştiren kim, toplum mu, devlet mi, ikisi birlikte mi?
Türköne: Kurduğun şey çok önemli. Gerçek manzara, siyasi rekabet, parti rekabeti manzarasıyla, gerçekte olup bitenler arasındaki uçurumu da gösteren bir tablo. Devlet Bahçeli'nin bu konudaki tavrını herkes de artık anladı. Bu bir parti politikası değil, siyasi çıkar hesabına dayalı bir tavır değil. Devlet Bey orada Türkiye'nin geleceği için bir şey görmüş, ona bütün gücüyle asılıyor. Biraz önce söylediğin ‘’muhalefeti sönümlendiriyoruz’’ lafı, tam anlamıyla bir parti rekabeti, siyasi çıkar hesabı üzerine inşa edilmiş bir şey. Muhalefetin de bunun üzerine çıkması, bu meseleyi bir Türkiye meselesi olarak görmesi gerekiyor ama göremiyorlar. Başlangıçta epeyce yalpaladılar. Özgür Özel'in, “Şehit aileleri ne der?” diye sanki Türkiye'nin bu tür stratejik konularında böyle bir sivil toplum kuruluşu varmış gibi ipe un sermesi, onun göstergelerinden bir tanesiydi. Kan davası çözülmüyor ki. Bir devlet kendi kaderini belirliyor. İki aşiret arasında, iki aile arasında kan davası çözülse o zaman onu bir ağırlık olarak dâhil edersiniz, ama bu devletin geleceğiyle alâkalı bir konu. Fakat sonra yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Anlamaları ve algılamaları gereken, varmaları gereken sonuç da, muhalefeti yıldırmak, parçalamak, baskılamak için yapılan hücumların; Ekrem İmamoğlu'nun içeride olmasının, bugün 23 Nisan yürüyüşünün yasaklanmasının, buna benzer şeylerin çözüm sürecine bağlı olduğunu kavramaları lazım. Çözüm süreci yoluna girerse, Ekrem İmamoğlu içeride durmaz. 

Ruşen Çakır: Cengiz Çandar yayında şöyle bir şey anlattı. En son İmralı görüşmesinde, Öcalan çok ciddi bir CHP vurgusu yapıyor ve çok büyük önem atfediyor. Hatta Sırrı Süreyya adadan çıktıktan sonra ilk Özgür Özel'i arıyor. Ona Öcalan'ın mesajlarını anlatıyor. İmralı heyetini AK Parti'de Genel Başkan Erdoğan değil de grup başkanlığı kabul etti ya, Özgür Özel de Sırrı Süreyya ile görüşmesinden sonra,’’ genel başkan kabul etmiyorsa ben de kabul etmeyeyim’’ çizgisinden bizzat heyeti kabul etme noktasına gelmiş. Şunu söylemeye çalışıyorum: Kürt tarafı, CHP'yi çok ciddi bir şekilde angaje etmek istiyor ve aralarında da çok doğrudan ilişki var. ‘’Kürtler Erdoğan'la anlaşıyor, CHP'yi diskalifiye etmeye çalışıyorlar’’ gibi bir hava yaratılmak istenildi. Öyle bir durum da yok anladığım kadarıyla.
Türköne: O da entrika ve kumpas üzerine algılanan politika tasavvurunun bir parçası. Öyle bir şeyin olması zaten mümkün değil, ama karşımızdaki manzarayla ilgili çok net gördüğüm bir şeyi söyleyeyim: Bahçeli çok önemli bir figür, tek başına sürüklüyor. Siyasi parti rekabetinde de Türkiye'nin demokratikleşmesi, hukuk, bu çözüm sürecinin yoluna girmesi ve bütün Türkiye'nin bu işten kazançlı çıkmasında en yapıcı aktör, DEM Parti, Kürt siyasetçileri. Çok olumlu bir yerde, çok yapıcı bir yerde duruyorlar. Hiç fikir sahibi, bilgi sahibi değilim, ama Öcalan’dan aldıkları mesajların da bu istikamette olduğundan eminim.

Ruşen Çakır: Evet. O konu da gerçekten çok ilginç. Bu arada izleyicilerin bazıları ‘’deprem var ulaşamıyoruz’’ diyorlar. Bunlar Türkiye'de olan şeyler. Bazı şebekelerde sorunlar yaşanıyormuş. Ama biz depreme rağmen Türk siyaset hayatını sarsmaya devam edelim. Açıkçası ben bütün bu süreçte Kürt tarafına daha fazla ağırlık veriyorum. Kürtler ne yapıyor? Konuklarımla yaptığım yayınlarda da ona çok değiniyorum. Şu sürecin böyle resmedildiği gibi tamamlanması, yani silah bırakılması, entegrasyon olması, tamamen yasal siyasetin öne çıkacak olması hâlinde, Türkiye Kürtleri için çok tarihi bir kazanım. Aynı zamanda da bundan sonra Türkiye siyasetinde Kürtleri yanına almayan kimse başarılı olamayacak. Ben zaten eskiden beri ‘’Kürtleri kazanan Türkiye'yi kazanır’’ diyordum; 2015 Haziran seçimi bir şekilde bunun göstergesi oldu. Ama sonra o arada yaşanan kaotik dönem bu olayı geciktirdi. Şimdi sanki işin gerçeğine dönüyoruz. Önümüzdeki dönemde eğer bu işler yolunda giderse, Kürtler, çok daha güçlü bir şekilde hem oylarıyla hem etkileriyle bir güç olacaklar, değil mi? Belediyelerini geri alacaklar, şu olacak bu olacak. Tabii yine eşit demek zor olacak, çünkü en azından parlamentoya eşit sayıda milletvekili sokamazlar, ama çok belirleyici bir güç olacaklar sanki.
Türköne: Kürtler hiçbir politikacıya güvenemezler ,zaten güvenmemeleri gerekir. Kürtlerin güvenebileceği yegâne istinatgâh hukuk devleti. Hukuk devletini besleyecekler. Bu açıdan ben de hukuk arayan, hukuksuzluktan canı çok yanmış biri olarak, Kürtlerin Türkiye'yi kurtaracağını düşünüyorum. Bulundukları konum, programları… siyaset konusunda da inanılmaz derecede birikimliler ve siyasetin içinde aktifler. Türkiye'nin geri kalan kısmı o kadar değil. Görüyorsun manzarayı, çok kenarından seyrediyorlar. Bir de bu işleri devlete havale etmişler. Ama Kürtler kendileri inisiyatif alıyorlar, kendileri proaktif davranıyorlar. Çok olumlu bir rol oynayacaklarından eminim. Bize de hukuk getirecekler, onların sayesinde biz de biraz rahat nefes alacağız. Öyle görüyorum, öyle düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi birisi sana Kürt propagandası yaptığını söylüyor.
Türköne: Ne derse desin. Ben daha ilerisini de söylerim.

Ruşen Çakır: İstersen söyle. Bu arada izleyicilerimizden çok sayıda destek olan var. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Biraz da Yozgat mitingini sorayım. Sen Yozgat'ı bilirsin herhalde?
Türköne: Evet.

Ruşen Çakır: Ne dedin? Senin kadar olmasa bile ben de bilirim. Mesela 2015 Haziran seçimi öncesi Yozgat’ta Devlet Bey’in mitingini izlemiştim. CHP'nin kalabalığının yarısı kadar bile yoktu, ki MHP o kadar güçlü orada. Ne dedin? İktidar medyası taşıma kalabalıklar gibi şeyler söylüyor ama ben ‘’mucize’’ dedim. Çok mu abartmışım?
Türköne: Mucizenin ötesinde bir şey. Siyasette mucize gibi abartıların çok fazla karşılığı yok. Ama Yozgat, Türkiye'de yaşanan bir şeyin göstergesi. Yozgat bir tarım bölgesi, özellikle tarımdan geçinen bir bölge.  Ekonomik sıkıntının ne kadar derin olduğunun da bir göstergesi. Yozgat MHP'nin kalesiydi, sonra AK Parti'nin kalesi oldu biliyorsun. CHP'nin hiçbir şekilde giremediği, nüfuz edemediği bir bölgeydi. Ben bizim hanımın görevi nedeniyle Yozgat'ın bir ilçesinde bir yıl kadar yaşadım. Oradaki insanları da, sosyal hayatı da gayet yakından biliyorum. Çektikleri zorlukları da biliyorum ve kolay kolay fikir değiştiren bir halk değildir o bölge. Aslında Yozgat çok daha geniş bir bölgenin, Çorum'un, Kırşehir'in, Kayseri'nin, Nevşehir'in de temsil edildiği bir yerdir. Ben bunu bir iktidar tükenmişliği üzerine bir tepkiye bağlıyorum. Ekonomi çok önemli. Tarımda inanılmaz bir feveran hâli var tarımla uğraşanlarda. Köylerde tarımla uğraşan kalmıyor, çünkü ektiği zaman para kazanamıyor, zarar ediyor. Hayvan alıp beslediği zaman zarar ediyor. Öyle bir sefalet var. Oralar da çok geniş, genellikle tahıl yetiştirilen, hayvancılık yapılan yerler.

Ruşen Çakır: Siyaseten baktığımızda, son kamuoyu yoklamaları bize çok çarpıcı rakamlar veriyor. AKP ve MHP'nin toplam oyları %40'ı bile zor buluyor ya da bulamıyor. CHP'nin oyu %30'un üzerinde. Cumhur İttifakı'nda Büyük Birlik Partisi gibi partilerin zaten pek bir oyu yok. Sonuçta %40'ı ancak bulabilen bir iktidar yapısı var. Bu tabii ki %60'ın hepsi birlikte hareket ediyor anlamına gelmiyor. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, bir süredir, AKP ve MHP çoğunluk değil. Aslında 31 Mart'ta da böyle çıkmıştı. ‘’Bu iktidar şu kadar seneliğine seçildi, normal süresini tamamlar’’ denilebilir. Ama sonuç olarak baktığımız zaman, artık milli irade iktidarın zemininde yer almıyor.
Türköne: Ben şunu söylüyorum, Ruşen. Israrla da tekrarlıyorum: Halk desteğini kaybeden iktidar, varlığını devam ettiremez. Bunu şöyle bir şeye de benzettim. Cenin ölmüş ve siz o ceninle yaşıyorsunuz. Yaşayamazsınız, bütün vücudu enfekte eder. Halk desteğini kaybetmiş, azınlık durumuna düşmüş bir iktidarın, zaten ekonomide mucize yaratması imkânsız hâle gelir, ki öyle bir niyetleri de yok. Hukuksuzluk yüzünden yok. Hukuka dönüş mümkün olsa, ekonomide yeni bir hikâye yazmaya başlayabilirsiniz. Bu şartlarda da yapılabilecek en doğru, en mantıklı, en gerçekçi şey, iktidar açısından da seçime gitmektir. Benim bu sene içinde seçimi öngörmemin arkasında bu var. Nesnel şartlar Türkiye'de seçimin yapılmasını mecburi hâle getiriyor.

Ruşen Çakır: Ben de öyle diyorum. Yarın sabah öyle bir yayın yapacağım. Mesela konuştuğum iktidar yanlıları, “Boşuna uğraşma, Reis ölene kadar başkan” diyorlar. ‘’Peki, nasıl olacak?’’ dediğimde, ‘’olacak ‘’diyorlar. Bir şekilde 23 yıldır yönettiği için, o iktidar kanadında kalan yegâne argüman, ‘’Erdoğan ne yapar eder, kalır’’ düşüncesi. Erdoğan'ın hakikaten böyle bir gücü var mı hâlâ?
Türköne: İnsanlar için söylendiği gibi, iktidarlar da ölümlü. Bütün tarih boyunca da görünüyor bu. İnsanların hayatından bağımsız olarak iktidarların da bir ömrü var. Ben, iktidarın o ömrünü 2024'te tamamladığı kanaatindeyim. Erken seçime meselesine gelirsek: Erdoğan rasyonel bir adam, gerçekçi bir adam. Politikanın gerçekçi kısmını bilen ve uygulayan bir politikacı, hata yapmaz bu konuda. Erdoğan'ın kişiliğine atfettiğim anlamdan kaynaklanan umudum, biraz da bırakacağı mirası kotarmakla, onu düzenlemekle meşgul olacakmış gibi geliyor.

Ruşen Çakır: Ben geçenlerde, “Erdoğan Bahçeli'yi de bir kenara bırakıp CHP ile bir anlaşmaya gidebilir. Bu nasıl olur bilemiyorum?” dedim. Benimle dalga geçtiler. Böyle bir seçenek var, değil mi?
Türköne: Erdoğan söz konusu olunca, aklına gelebilecek seçeneklerin hepsi mümkün. Geçmişte görüldü çünkü.

Ruşen Çakır: Evet. Aslında Bahçeli de öyle. Mesela Bahçeli, demin sözünü ettiğim Yozgat'taki mitingde Erdoğan'a demediğini bırakmamıştı. Ama sonra Kasım’daki seçimde işin rengi değişti. Bence, Erdoğan'la Bahçeli arasındaki en önemli motivasyon farkı, birisi iktidarının bekasını düşünürken, diğeri devletin bekasını düşünüyor. Sen o anlamda baktığın zaman Devlet Bey’i tercih ediyorsun. Ben mesela soldan geldiğim için, devlete hep mesafeli olduğum için, bu çok iyi bir şey mi çok emin değilim. Ama en azından şöyle bir şey var: Devletin bekasını düşünen bir kafa, toplumdaki değişim arzusunu da görür ve devleti ona uyarlamaya çalışır. Topluma rağmen bir devlet dayatması yapmaz diye bir akıl yürütüyorum. Ama iktidarının bekasını düşünen kişi, toplumun arayışlarının, değişimin önünü kesmek istiyor.
Türköne: Kendisine göre başka bir yöne kanalize etmeye çalışıyor. Çok doğru söylüyorsun. Devlet adamlığı misyonu siyaset adamlığından farklı. Biri devlet adamı olarak bakıyor, öteki siyaset adamı olarak bakıyor. Bize gelen sorularda insanların kafasını karıştıran şeylerde de, geçici olanlarla kalıcı olanlar arasında ayrım yapmak çok zorlaşıyor. Ondan kaynaklanan bir kafa karışıklığı var. Mesela Bahçeli kalıcı olanla uğraşıyor. Geçici olanlar, aktüel olanlar, daha çok AK Parti kanadının iştigal alanı.

Ruşen Çakır: Son olarak, seninle konuştuk ama bir daha üzerinden geçelim. Devlet Bahçeli'nin metinlerini yıllardır okuyorduk da şimdi daha arkeolojik kazı yapar gibi okuyoruz. Bahçeli’nin metinlerinde genellikle böyle bir retorik var, ama esas mesaj ortada bir yerlerde. Mesela, Ekrem İmamoğlu’nun bir an önce tahliyesini, ben yeşil ışık olarak algıladım. Daha sonraki yaptığı açıklamalarda da, CHP'nin kayyum meselesinde de. Orada da bir yığın şey söylüyor, Özgür Özel'e laf ediyor, ama ‘’kayyum atanamaz’’ diyor. Açık ve net bir şekilde söylüyor. Devlet Bahçeli'nin, özellikle 19 Mart'a yönelik metinlerde söylediği, yazıp çizdiklerinde, 19 Mart operasyonlarından açık bir rahatsızlık duyduğunu görüyorsun, değil mi?
Türköne: Ben onu hukuka dönüş ısrarına bağlıyorum. Çözüm sürecinin gerçekleşebilmesi için, Türkiye'nin hukuka dönmesi lazım. Bunun için de CHP'nin, siyasi rekabette, hukukun içinde güvencelere kavuşması lazım. Bahçeli’nin o konuda çok net bir tavrı var. Mesela dünkü metinde de, herkesin takıldığı bir şey vardı. Cumhuriyet Halk Partisi'nin kapatılması gerektiğini ima eden bir cümleden bahsediyorlar. Ama tam anlamıyla hermenötik okuma yaptığın zaman, metnin ana fikri o değil. Bu bir niyet sorgulaması değil tabii, metninden hareket ediyorsun; pozitif cümleleri, olumlu katkı sağlayacak cümleleri ayırıp, onlarla da Bahçeli'nin zihin dünyası arasında bir ilişki kurduğunda, maksat cümlesiyle, retorik cümlelerin ikisini ayırdığında mesele anlaşılıyor. Dünkü metninde de kullandığı özel bir tabir var. Bunu Cumhuriyet Halk Partisi'nin kapatılmasına yönelik bir teklif gibi algılayanlar oldu. Metinde öyle bir şey yoktu.

Ruşen Çakır: Zaten kayyuma bile karşı çıkmış birisi. Mümtazer, istersen toparlayalım. Millet hâlâ depremin şokunda. Şimdi bir arkadaş nasıl olduğumuzu sordu, ben de ‘’yayın yapıyoruz’’ dedim. Evet, depreme rağmen yayın yaptık, verdiğimiz sözü tuttuk. Daha çok yayın yapacağız, yazacağız edeceğiz. Bakalım ne olacak? Ama tekrar toparlayacak olursak, sen kimsenin sözcüsü olmadığını söylüyorsun, kendi düşündüklerini söylüyorsun. Ben öyle yapıyorum. Birçok konuda farklı açılardan ortak düşünüyoruz. Ama bazılarının sandığı gibi, ortak bir ‘’muhalefeti sönümlendirme’’ operasyonu yaptığımız iddialarını ciddiye almıyoruz diyelim.
Türköne: Senin solculuğunun da, benim milliyetçiliğimin de ciddiye alınmasını bekliyoruz, öyle değil mi?

Ruşen Çakır: Öyle diyoruz, ama hemen üzerine atıyorlar. “Sen de solcuysan” diye başlayan çok cümle var. Allah'a çok şükür. Biliyorsun, “Elhamdülillah, komünistim diyorum” öyle kapatıyoruz. Evet, artçı sarsıntılar eşliğinde Mümtaz’er’le yine keyifli bir sohbet yaptık. Hepinize çok teşekkürler. Kaldığımız yerden hep devam ettik, bundan sonra da devam edeceğiz. Tekrar iyi bayramlar, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
05.05.2025 Sırrı Süreyya'yı gözyaşlarıyla uğurladık
04.05.2025 Kürtler bu iktidara niçin ve nasıl güvensin?
04.05.2025 Necati Özkan ile söyleşi: “Millet ile devletin karşı karşıya geldiği her durumda kazanan millet olur”
04.05.2025 Erdoğan 19 Mart gibi vahim bir hatayı neden yaptı?
03.05.2025 "Heybede duran büyük turplar" ne zaman dökülecek?
01.05.2025 Prof. Evren Balta ile söyleşi: Dünyada ve Türkiye'de otoriter rejimlerin geleceği
30.04.2025 Dalga dalga fiyasko
29.04.2025 Sahiden hepimiz aynı gemide miyiz?
29.04.2025 Zafer Partisi ve Ümit Özdağ realitesi
28.04.2025 Erdoğan saldırdıkça İmamoğlu kazanıyor
05.05.2025 Sırrı Süreyya'yı gözyaşlarıyla uğurladık
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı