TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile söyleşi: Çözüm süreci hakkında ne düşünüyor?

09.08.2025 medyascope.tv

9 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Stüdyomuzda, Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan var. Kendisiyle çok şey konuşacağız, ama öncelikle, TKP'nin öncülüğünde yapılan ve çok sayıda kişinin imzaladığı “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” bildirisini konuşacağız. Hoş geldiniz.
Kemal Okuyan: Hoş bulduk, merhabalar.

Ruşen Çakır: Sağ olun. Ben bu bildiriyle ilgili hem kişisel görüşlerimi söyledim hem de birçok konukla konuştum. Bildiriye imza atanlarla da konuştum. Bunlardan biri Merdan Yanardağ’dı. Kendisiyle bir yayın https://medyascope.tv/2025/08/05/merdan-yanardag-ulke-tarihsel-bir-kavsakta-video/ yaptım. Eleştiren soldan kişilerle de konuştum. Öncelikle şunu söyleyeyim. TKP olarak, cumhuriyetçi aydınlar diye toplantılar yaptınız ve onun sonucunda bu bildiri çıktı. Çok kısa bir bildiri. O kısa bildirinin çağrı metni şöyle: Lozan Anlaşmasının sorgulanması, mevcut sınırlarımızın tartışılması, yeni-Osmanlı hayâlleri, Türkiye İmparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmalar, ümmetçilik, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasi yapı ve kurumları istemiyoruz. Bunların hepsi bu yeni çözüm süreciyle bağlantılı. Bu sürece karşı olduğunuz için mi bunu yaptınız?
Okuyan: Bir kere, silahların susması ya da ‘’barış’’ sözcüğüne kim nasıl bir anlam yüklüyorsa, buna bu ülkede yaşayan kim itiraz edebilir? Bu kadar acı çekildi. Dolayısıyla biz daha bu sürecin ilk sinyalleri ortaya çıktığında, ‘’içeriğine, nereye evrildiğine bakacağız’’ dedik. Sonuçta hepimizin bildiği bir şey var: Silah ya da savaş, çatışma, siyasetin bir uzantısı. Barış da öyle. Dolayısıyla bu, barışın içeriğini nasıl dolduruyor? Kimisi barış değil diyor, kimisi ‘’Terörsüz Türkiye’’ diyor. Kim hangi adı verirse versin, biz bu sürecin doğrultusuna, içeriğine bakacağımızı söylemiştik. Ama sonra tam tahmin ettiğimiz oldu; içeriğe dair hiçbir şey söylenmedi. Bakın şimdi bir süreç başlıyor. İktidar ‘’Müzakere yok’’ diyor. Zaten ilk soru işareti burada. Müzakeresiz böyle bir süreç olmaz. Bugün sürmekte olan komisyon toplantıları da bir müzakere değil mi? Yani müzakere ille iki taraf arasında olmayabilir. Toplumun değişik siyasi kesimleri arasında oturuyorsunuz masaya ve müzakere ediyorsunuz. Bir kere ‘’müzakere yok’’ dediğin anda, bu aslında bir şey gizleniyor demektir. Sonra bazı şeyler ortaya çıkmaya başladı. Bizim bildiride yer alan kavramların hiçbirisini biz uydurmadık. Denilebilir ki bu kavramları dile getirenleri niye ciddiye alıyorsunuz? Mesela bunlardan bir tanesi ‘’Türkiye İmparatorluğu’’ lafının edilmesi. Bir AKP'li bu lafı etti.

Ruşen Çakır: Ben o lafın edildiğini sizin bildiriden fark ettim. Yani kaçırmış olabilirim.
Okuyan: Doğrudur.

Ruşen Çakır: Benim hatam olabilir. Buna benzer laflar edildiğini biliyorum da bu netlikte, ‘’Türkiye İmparatorluğu’’ lafını burada gördüm. Şaşırmadım ama burada gördüm.
Okuyan: Doğrudur. Yani o kadar çok şey söyleniyor ki. Şimdi bunu ciddiye alıp almamaya nasıl karar veririz? Buna uygun bir söylem, buna uygun bir retorik geliştiriliyor mu? İlla bu kavramla olması gerekmiyor. Mesela ‘’Türkiye'yi büyütmek.’’ Bunlar konuşulmuyor mu? Evet, konuşuluyor. Hatta iktidar cenahından bizim bildiriye gelen salvo atışlarında, ‘’bunlar yine Türkiye'nin genişlemesine bayağı itiraz ediyor’’ türü eleştiriler geldi.

Ruşen Çakır: Genişlemekten neyi kastediyorlar? Ya da siz, var olan sınırların dışına taşmak, Misak-ı Milli'yi, mesela Suriye'nin bir bölümünü ya da tamamını veya Irak'ın bir bölümünü ya da tamamını katmak gibi bir arayış mı olduğunu düşünüyorsunuz?
Okuyan: Her ülkede egemen sınıflar içerisinde böyle arayışlar olur. Genişleme. Ama bu sefer somut bir biçimde, bölgede yaşanan gelişmelerden bir fırsat yaratma ve ‘’acaba buradan Osmanlı'nın hiç değilse bir bölümüne uzanabilir miyiz?’’ türünden şeyler konuşuluyor. Aslında Kafkasya için de konuşuluyor şu anda. Yani Türkiye Yüzyılı denildiğinde bazı gazetecilerde, bazı akademisyenlerde, hatta bazı siyasetçilerde, arka planda sınırların değişmesi, ‘’madem herkes sınırları değiştiriyor, Türkiye de bir adım atsın’’ türünden bir şey gelişiyor. Şimdi bunu masanın diğer tarafından da dile getirenler oldu. Hatta en son, “Eğer biz Şam'daki hükümetle anlaşamazsak, Misak-ı Milli çerçevesinde Türkiye ile bir bütünleşmeye gideririz” açıklaması yapıldı. Demek ki bir sınırların değişmesi tartışması var.
Biz ise baştan şunu söylüyorduk: ‘’Sınırların ileriye doğru tartışılması da, geriye doğru tartışılması da çok riskli bir şeydir.’’ Bakın, ‘’Lozan sevdası ‘diye bir şey yok bizim açımızdan.’’ Niye Lozan tartışılmasın’’ diyoruz. Bir kere, iyi kötü bir anlaşma. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna denk düşen bir anlaşma ve dünyada birçok ülkenin kuruluşunda olduğu gibi bir uluslararası anlaşma. Şimdi son dönemde bu anlaşmaların değiştirilmeye çalışıldığı bir döneme girdik ve bunlar çok tehlikeli. Ülkelerin kendi sınırlarını değiştirmeye çalışmaları savaşlar doğuruyor. Dolayısıyla biz ‘’Lozan bir zaferdir, Lozan'a dokundurtmayız...’’ Mesele bu değil ki. Mesele şu: Lozan tartışılmaya açıldığı andan itibaren, bu bölgede savaş demektir. Çok net söyleyeyim. Hangi içerikle tartışılırsa tartışılsın. Efendim ‘’Siz Kürtlerin yarısının dışarıda bırakıldığı bir anlaşmaya niye sahip çıkıyorsunuz?’’ deniyor. Düne kadar, ‘’Kürtlerin yarısı niye içeri alındı’’ diye sorgulanıyordu. Şimdi bir anda, ‘’Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Kürtlerin yarısı dışarıda bırakıldı’’ diye baş aşağı çevrildi. Eğer etnisitelerden söz edeceksek, Türklerin de epey bir bölümü dışarıda bırakıldı. Yanlış mı?

Ruşen Çakır: Bu bildiride sol ağırlıklı imzacılar var. Hatta sol, sosyalist sol diyebilirim. Bildiğim isimlerin büyük bir kısmı böyle. Olmayanlar da var. Bu, bir yanıyla sol içinde bir tartışma. Sosyalist sol içinde diyelim. Ama bir diğer yanda da bu sürecin çok ciddi bir Kürt ayağı var.
Okuyan: Evet.

Ruşen Çakır: Evet, bir tarafı var. Adı müzakere ya da değil, Abdullah Öcalan doğrudan görüşüyor, diyalog içerisinde. Bu aldığınız pozisyonun Kürtlerde nasıl yansımaları oldu?
Okuyan: Ben artık bu tanımı reddediyorum. Çünkü Kürtler arasında yaygın örgütlenmiş bir siyasi hareketten söz ediyoruz. Bu siyasi hareketin bir ideolojisi ve sınıfsal arka planı var. Dolayısıyla ‘’Kürtler’’ diye bir başlığımız yok. Bizim partimizde de Kürt üyeler var. Onları yok mu sayacağız sayıları az diye? Ya da biz Türkler adına konuşmak zorunda mıyız? Etnik kökenden bahsediyorum. Öyle bakarsanız, bugün Türkiye'de Türkleri temsil eden parti AKP. Böyle bir yaklaşımı zaten reddediyoruz. Dolayısıyla etnik kimlikler üzerinden bir tartışma yok bizim açımızdan. Ama tabii ki Kürt sorunu diye bir şey var. Biz Kürt sorununa ilişkin sözümüzü, çözüm yollarımızı ya da sorunun kaynaklarına ilişkin değerlendirmelerimizi belli aralıklarla paylaşıyoruz. Ama şu andaki sürecin, bu sorunun çözümüne ilişkin bir süreç olduğuna dair bir düşüncemiz yok. Tam tersine, zaten biz yıllarca şunu söyledik. “Bağımsız bir Kürt sorunu olamaz. Başka sorunların içerisinde yer almış bir meseledir bu. Bu emperyalist dünyayla da Türkiye'nin ilişkileri, Türkiye'deki sömürü ilişkileri, Türkiye'de laiklik diye bir mesele var, bütün bunların parçasıdır.” Biz şuna bakarız. Burada bir masa kurulduysa, bu masa Türkiye'nin temel meselelerinde nereye ışık tutuyor, nereye gidiyor, ne tür çözümler öneriyor?
Size şu soruyu soracağım. Şimdi çok eleştirildi bu bildiri. Bu bildiri çok kısa. 250 sözcük kadar. ‘’Barış ve kardeşlik istiyoruz’’ diye başlıyor. Bu bildirinin bütün önermelerini tersine çevirin. İmza atabilecek kimse var mı? Hadi Lozan tartışmalı bir başlık. Lozan'ı istemeyenler var, ama onlar da çıksınlar, Lozan'ı niye istemediklerini söylesinler. Ve Lozan tartışmaya açıldığında, Türkiye'nin, yalnızca doğuda değil, batıda bir savaşın eşiğinde olacağını unutmasınlar. Savaşmak mı istiyorlar?

Ruşen Çakır: Kürt hareketi diye neyi kastettiğimi anlıyorsunuz. DEM Parti, Kandil, yani PKK ve Abdullah Öcalan. Oralardan gelen tepki ne oldu?
Okuyan: Oralardan tepki tabii ki geldi. Ama yeni gelmiyor bize bu tepkiler. Yani tepkiler ve tehdit.

Ruşen Çakır: Tehdit?
Okuyan: Evet. Çok uzun süredir var. Çünkü biz ilk çözüm sürecinde de yine benzer bir tavır aldık. İçeriğe bakacağız dedik. İçeriğe baktığımızda dediğimiz şey ‘’Buradan yeni savaşlar çıkacak. Çıktı. Sorunuza geleyim. DEM Parti’nin solundan daha fazla tepki alıyoruz. Yani sizin Kürt hareketi dediğiniz kesimden daha fazla, sol, bize saldırıyor. Çok da önemsemiyoruz. Buna da alışkınız. İlk kez olmuyor bu. Ama dediğim gibi, metnin içeriğinde nereye takıldılar, bunu söylesinler. ‘’Siz Kürtlere sırtınızı dönüyorsunuz’’ diyorlar. Ne alâkası var bunun Kürtlere sırt dönmekle? Yeni-Osmanlıcılığın Kürt meselesiyle nasıl bir alâkası olduğunu birisi bana anlatsın. Ümmetçiliğin nasıl bir alâkası olduğunu anlatsın.

Ruşen Çakır: Soldan eleştiriler aldığınızı söylediniz. Bunun içerisinde, bir kısmı DEM’e angaje olan, DEM’in içerisinden seçilenler de var. Onların bileşenlerinden var. Daha genel olarak bakıldığı zaman, ben de sol hareketten gelme birisiyim. Neredeyse 50 yıl olacak. Mesela ‘’cumhuriyet’’ kavramı. Bu cumhuriyet kavramını, Türkiye'de sol, sosyalist sol hareketinde çok gördüğümü hatırlamıyorum. Yani cumhuriyet karşıtlığı diye bir şey gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Mesela 70'li yıllarda, 80'li yıllarda, cumhuriyeti böyle temel değer olarak öne çıkartan bir sol söylemi hatırlamıyorum. Siz burada temel olarak ‘’cumhuriyetçi aydınlar’’ diye bir vurgu yapıyorsunuz. Bu cumhuriyet vurgusunu biraz açar mısınız? Komünist Partisi adındaki bir partinin cumhuriyet vurgusunu bu kadar öne çıkarması, belki de merkeze alması.
Okuyan: Hayat işte. Tarihin tekerleklerini bu kadar geriye ittirmeye dönük bir çaba olursa, doğal olarak tarihsel bir kazanım olan cumhuriyet fikrini daha fazla savunmak zorunda kalırız. Ama bu ilk kez olmuyor. İspanya'da faşizme karşı mücadeleyi birleştiren unsur Cumhuriyetçilikti. Marx'tan önce dahi kendilerine komünist diyenler, komünarlar ya da Fransız devriminin, Fransız burjuva devriminin sol kanadı hep cumhuriyetçiydi. Yani bizim Marx da cumhuriyetçiydi. Ama bu ölçüde bir vurguya niye ihtiyacımız var? Karşı devrimler çağındayız ve geriye gidiyoruz. Ayrıca çok iyimser bir değerlendirme bu ‘’cumhuriyet karşıtlığını solda hiç görmedim’’ değerlendirmesi. Ben gördüm. Ben burada isim vermem, ama Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun bir geriye gidiş olduğunu çok okudum ben. Faşizm olduğunu çok okudum. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun, bir devrimci dönüşüme denk düşmediğini anlatan çok fazla sol hikâye…

Ruşen Çakır: Kemalizm eleştirisini biliyorum.
Okuyan: Ben de Kemalizm eleştirisi yapıyorum. O değil ki mesele. Türkiye'de Cumhuriyetin kuruluşunun tarihsel bir ilerleme olmadığı, hatta bizim coğrafyamızda bir geri adım olduğunu söyleyen çok solcu var ne yazık ki. Ama tabii ki bizim son dönemdeki cumhuriyetçilik vurgumuzun kaynağında, bir kere 25 yıllık bir AKP iktidarı var. Bu Yeni-Osmanlıcılık kavramını Türkiye solunda 2007-2008 gibi ilk biz kullandık. O zaman herkes dalga geçiyordu. Şimdi ne olduğu anlaşıldı. Bu da bu işin bir parçası. Ve şunu söylemek zorundayım: Türkiye'de bazı Kemalistler dâhil olmak üzere, cumhuriyetin tutmadığına dair bir kanaat var. Yani neden böyle bir kanaat var? ‘’Bu başımıza dert açtı. Halktan kopardı. Türkiye'de dindar nüfus bu modernleşme projesinin karşısında durdu. Kürtleri kaybettik. Başka bir şey lazım bize’’ türünden bir şeye sahipler. Bunların bir bölümü de Mustafa Kemal'in gereksiz bir ihtiyatlılık ve korkaklık göstererek Türkiye'yi daralttığına dair bir kanaate sahip. Dolayısıyla bütün bunlar birleşti. Yani Türkçülük, Kürtçülük, İslamcılık, bir cumhuriyet eleştirisinde birleşmeye başladı ve buradan, kimisi, hatta Turancılık, genişlemeyen bir Türkiye arzu ediyor. Bir bölümü Osmanlıcılık, bir bölümü Türk-İslam-Kürt sentezi demeye başladı. Şimdi bunlara karşı tavır almak zorundayız. Çünkü bunların bir sınıfsal mantığı var, ideolojik mantığı var. Buradan zaten barış çıkmaz. Bu bayağı bir fetişçi modeldir.

Ruşen Çakır: Peki, tam sormayı düşündüğüm şeye doğrudan referans da verdiniz. Atatürk.
Okuyan: Evet.

Ruşen Çakır: O konudaki duruşunuz nedir?
Okuyan: Çok önemli bir tarihsel figür. Bir devrimci. Ben hayatım boyunca Kemalist olmadım, ama saygı duyduğum bir devrimci. Çok zor koşullarda bir tarihsel ilerlemeye önderlik etmiş. Zaten bir Marksist olduğum için, 100 yıl önce olan bitenleri yüzyılın dinamikleriyle değerlendirmek zorundayım. Mustafa Kemal, 100 yıl önceki çok çalkantılı bir dönemde ve çok çalkantılı bir coğrafyada devrim safında durmuş. Bizim kökenimiz, 1917 Sovyet devrimi, 1920 Kurtuluş Savaşı'nın en kritik yılı. 1919 Komünist Enternasyonal’in kuruluşu. Bütün buralara baktığımız zaman aynı saftayız. Yani bir devrim cephesi var. Bir de bir karşı devrim cephesi var ya da emperyalist cephe var. Dolayısıyla aramızdaki farklılıklara rağmen, geçici de olsa tarihi ilerletmeye dönük bir yan yana geliş söz konusu. Sonra Türkiye Cumhuriyeti'nde kapitalizmin yarattığı tahribat, zorbalıklar, özgürlüklerin kısıtlanması… Bunlar bütün burjuva devrimlerinde olan şeyler. Cezayir'de katliam yaptı diye 1789 devrimini suçlu gösterebilir miyiz? Böyle bir şey olabilir mi? Tarihi o dönemin koşullarında değerlendireceğiz ve böyle baktığım zaman Mustafa Kemal çok önemli bir devrimci.

Ruşen Çakır: Bildiride, bildiğim, Kemalistliğiyle ya da Atatürkçülüğüyle öne çıkmış birtakım isimler de gördüğüm için söylüyorum. Özellikle bu bildiri bağlamında, son dönemde, ama belki daha önce de, sizin Türkiye'deki temeli Marksizm ya da komünizm ya da sosyalizm olmayan, daha cumhuriyet üzerinden birtakım yakınlaşmalarınız olduğunu varsayıyorum.
Okuyan: Onu da söyleyeyim: Türkiye’de Cumhuriyetçi birikim, isterseniz buna Kemalist birikim de deyin, zaten Türkiye'de bayağı miktarda NATO’cu Kemalistler var, dolayısıyla homojen bir kesimden söz etmiyoruz. Ama Türkiye'de cumhuriyetçilik belli açılardan sahipsiz. Çünkü şu gerçekle karşı karşıyalar: Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, adım adım dünyadaki emperyalist sistemle eklemlenme sürecine girdi zaman içerisinde ve kapitalizm gelişti. Biz, Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün bu hâli ve cumhuriyet fikrinin bu kadar ayaklar altına alınmasının kaynağında, sermaye sınıfının olduğunu söylüyoruz. Ya da daha popüler bir ifadeyle, ‘’Bu ülkeyi holdingler ve tarikatlar düzeni bu hâle getirdi’’ diyoruz. Şimdi ilginç bir şekilde insanlar tartışıyorlar, bakıyorlar, bir hesaplaşma içerisine giriyorlar. Türkiye'de komünist olmayan birçok kişi bu noktaya gelmiş durumda. Türkiye'nin bugün geldiği olumsuzlukların kaynağında, holdingler ve tarikatlar düzeni olduğunu düşünenler, devrimcilerin dışına çıktı ve herkes bir şeyi sorgulamaya başladı. Bu sorgulama toplumda da var. Biz özellikle o büyük depremden sonra şunu fark ettik. Türkiye'de toplumdaki ideolojik referanslarda büyük bir altüst oluş yaşanıyor. Mesela biz o dönemde, kimi sosyologların ‘’Anadolu muhafazakârlığı’’ diye tarif ettiği bayağı muhafazakâr ailelerde örgütlendik. Bu aileler İslamcı gelenekten geliyorlardı ve bir şeyi sorguluyorlardı. Onlar da tarikatların ne anlama geldiğini depremde gördüler ve sorgulamaya başladılar. Şimdi bu başlangıç. Dolayısıyla, ‘’biz sosyalizmden vazgeçip artık cumhuriyet savunması yapıyoruz’’ türünden bir şeyle hareket etmiyoruz. Biz, cumhuriyeti savunmanın, bugün holdingler ve tarikatlarla hesaplaşmaktan geçtiğini ve NATO’culuk yaparak cumhuriyetin savunulamayacağını söylüyoruz. Herkesin kendi kararı. Biz komünistiz ya da bizim savunduğumuz ekonomik sistem, sosyalizm. Kimisi başka bir ad verebilir. Ama mesele şu: o holdingler ve tarikatlar düzenine karşı mısın, değil misin?

Ruşen Çakır: Sosyalist sol -artık ondan geriye ne kaldıysa- ve birtakım irili ufaklı gruplar, partiler var. Daha önceki seçimler öncesinde birlikte hareket edip etmeme konusunda hep tartışmalar oluyordu. TKP nasıl bir şeyin içerisinde yer alıyor? Bir eksen içerisinde yakın durduğunuz, birlikte hareket ettiğiniz başka gruplar var mı?
Okuyan: Biz çok denedik. Yani Türkiye'de solda güç birliği, cepheler, platformlar filan. Burada hep yapıcı davrandık. Ama ‘’Türkiye solu, Türkiye'de sosyalist hareket ayağa kalkacaksa Cumhuriyet Halk Partisi ve HDP ya da şimdi DEM, bu gölgeden kurtulmak zorunda. Bunların yanı başında Türkiye Sosyalist Hareketi gelişemez. Bağımsız bir hatta olması lazım’’ dedik. Bir de şunu söyledik: Üç temel konuda ilkesel olması lazım. Bir, sermaye sınıfı. Mesela TÜSİAD’dan demokrasi beklemek. Bu tür hatalar yapmaması lazım. Yani emek-sermaye çelişkisinde çok net bir görüşü olması lazım. İkincisi emperyalizm. İster Avrupa Birliği ister NATO, ne derseniz deyin, ikirciksiz bir şekilde emperyalizme tavır almak zorundasınız. Üçüncüsü, laiklik. Şimdi buralarda Türkiye solu zaman zaman çok cesur işler yaptı, ama hep tekledi. Dönüp dolaşıp Cumhuriyet Halk Partisi ve HDP çizgisinin etrafında dolanılıyor. Şimdi de aynı şey. Dolayısıyla ‘’biz burada bir netlik görmediğimiz sürece yokuz’’ dedik ve burada kararlıyız. Bize göre bu bir batak. Bu batağın içerisine girmek istemiyoruz. O yüzden zaten bu kadar hakaret ediliyor Türkiye Komünist Partisi’ne. Eleştiri ayrı bir şey, ama son iki üç gündür iş çığırından çıktı gerçekten ve hiçbir etkisi olmuyor. Bunu unutmasınlar. Yani bu kadar hakaret, bu kadar ‘’bunlar askerci, bunlar bilmem ne’’ söylemleri. Şaka mı bu?
Türkiye Komünist Partisi bu bildiriden sonra hangi kesimler tarafından saldırıya uğradı? Saray bürokrasisi, AKP'nin bütün kanatları, MHP, DEM, CHP, “Nereden çıkarttınız? Şimdi bizim de tabanımızda hoşnutsuzluk yarattınız” türü eleştiriler geldi. Bir de Türkiye solu. Bu metni iki tane emekli asker subay imzaladı diye biz niye ‘’devletçi,’’ ‘’askerci’’ olduk şimdi? Öyle bir şey olabilir mi? Yani Türkgün eleştirecek, başka sol partiler eleştirecek, Sonra da ‘’siz faşistsiniz’’ denilecek. Bakın Kimin kiminle yan yana geldiği meselesine bir bakın. Mesela biz takvayız. Bu son süreçte, bir kanat ‘’terör örgütüyle pazarlık olmaz’’ diyor. Bir başka kanat da ‘’AKP'ye teslim olmayın’’ diyor. Bir süreç çıkacaksa ortaya, bunlar olacak. Buradan tartışmayalım, içeriği tartışalım. Bizim derdimiz o. Yoksa, “Bunlarla masaya oturulur mu?” demek yanlış. Ne demek? Bir şey olacaksa, bir şey çözülecekse masaya oturulur zaten. Bizim derdimiz bu değil. Bizim derdimiz içerik. Bu içerik yanlış. Bu süreç bu sefer patlarsa, çok ağır sonuçları olacak. Bunun farkındalar mı? Ben bu kadar rastgele yürüyen bir süreç hiç görmedim. Tam tersini iddia ediyorlar. ‘’Her şey kontrolümüz altında, bilmem ne’’ deniyor. Her şey kontrollerinin altındaydı da Suriye'de bu saçmalığa niye imza attılar?

Ruşen Çakır: Saçmalık derken? Şara’nın yönetime gelmesi mi?
Okuyan: Bugünkü hükümetin kırmızı çizgisi ne?

Ruşen Çakır: Suriye.
Okuyan: SDG değil mi? Silahsızlanma falan. Nasıl olacak Şara’yla? Biz daha Şam'a girmeden önce, ‘’bu proje İsrail'in istediği gibi Suriye'de at oynatması ve hiçbir meşruiyeti olmayan bir İslamcı, cihatçı grup sayesinde Suriye'nin parçalanmasının meşru olmasıdır’’ dedik. Bu cihatçıların emrine girip onlara güvenmesi için kimi ikna edebilirsiniz Suriye'de? Böyle bir şey olabilir mi? Dolayısıyla şu anda Suriye'de yürüyen tartışma yanlış bir tartışma. Şara'nın ne meşruiyeti vardı da şu anda Türkiye'nin önemli bir sorununu çözeceğini iddia eden hükümet, Şara'ya yatırım yapıyor. Zaten işin yürümeyeceğinin kanıtı burada. Çünkü Şara'yı, İsrail, İngiltere, ABD bunun için, yani Suriye'de bir merkezi iktidar olmaması için getirdi. Türkiye ise oraya yatırım yapıyor. Bu süreç yürümez. Bu noktadan sonra patladığında, bunun ağır sonuçları olacağını hepimiz biliyoruz.

Ruşen Çakır: Evet. Bunu bana söyleyen çok kişi oldu. Ben baştan beri sürece pozitif bakıyorum ama çok güvendiğim insanlar da bana genellikle hafif uyarı yollu söylüyor. Neyse. Şunu sormak istiyorum. Bu dönemde Öcalan'ın çalıştığı birtakım metinler var, görüyorsunuzdur herhalde. Bir manifesto var.
Okuyan: Evet birtakım tutanaklar çıkıyor ortaya. Onlar doğru mudur değil midir diye tartışılıyor.

Ruşen Çakır: Evet. Orada dile getirdiği demokratik entegrasyon perspektifi var. Şöyle bir laf etti: ‘’Ben ulus-devletçi değil, demokratik ulusçuyum’’ diye bir perspektif. Bunları önemsiyor musunuz?
Okuyan: Bir siyasetçi olarak, bu kadar yıl bir harekete liderlik yaptı. Türkiye'de bu ağırlıktaki herkesi önemseriz. Ama çözüm yolları, söyledikleri şeyler? Ben Marksistim. Yani önemsemekle benimsemek arasında çok ciddi bir fark var. Karşısındayız bu değerlendirmelerin. Öteden beri böyle. Yani bilinmedik bir şey değil. Tabii şöyle, eklektik yanları da var. Bu sürecin öncesinde daha kapsamlı çalışmaları da var. Bazı şeyler anlaşılmayabilir. Dediğim gibi, bazı şeylerde eklektik yapı var. Ama sonuçta totale baktığımız zaman, dediğim gibi etnik kavramlar kullanmak istemiyorum ama kendileri özellikle bir ‘’Kürt hareketi’’ vurgusu yaptıkları için söylüyorum, bu çizginin ne bölgede yaşayan Kürtlere ne de başka topluluklara herhangi bir çözüm ya da başarı getirebileceğine daha bir kanaatim yok. Orada yapılan Türkiye projesi. Orada AKP'nin projesiyle bir örtüşme hâli var, ama bunun devamının gelebileceğini düşünmüyoruz.

Ruşen Çakır: Demin Suriye'den bahsettiniz. Suriye'de çok daha net, ama aynı zamanda Güneydoğu'da da ya da batıda yaşayan Kürtlerde de çok ciddi bir sekülarizasyon var.
Okuyan: Evet.

Ruşen Çakır: Kürtler genellikle Türkiye'de ortalamanın üzerinde dindar olarak bilinen bir toplulukken, özellikle PKK ile birlikte, kadının yeri, yaşam tarzı gibi konularda bayağı bir sekülarizasyon var. Mesela Suriye'deki temel sorunlardan birisi, aslında SDG ile eş-Şara arasındaki sorunun etnik olmasından ziyade, yaşam tarzı sorununun da var olması. Bu anlamda, PKK hareketinin, Öcalan hareketinin AK Parti ile kurduğu ilişkinin bir ümmet perspektifinde olması nasıl mümkün oluyor? Yani oyuna mı geliyorlar?
Okuyan: Biz hep yazılı metinlere, açıklamalara ve yapılanlara bakarız. Spekülasyon iyi bir şey değil, hele bu coğrafyada hiç iyi bir şey değil. Çünkü sizi yanlışa götürür. Belki bir polemik açısından iyidir ama siz yanlış yaparsınız. Mesela bu Türk-Kürt kardeşliğinin dinsel temellerle ortaya çıkacağı tezi hem AKP'de var hem PKK'da var. Çok net. Buna sayısız kanıt gösterebilirim. Dolayısıyla bir siyasi hareket olarak, bir örgütsel yapı olarak seküler karakterde olması ayrı bir şey. Çünkü zaten insanların, bu siyasi hareketlerin liderlerinin kendi inanç sistemlerini tartışmaya başlarsak karışık bir şey çıkar. Eş-Şara’yı da bilmiyoruz. Ne kadar İslamcıdır, değildir, bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var. Zaten Amerikalılar da İngilizler de gayet açık bir şekilde ‘’Bizim adamımız’’ dediler, değil mi? Öyle zaten. Biz gelmeden bunu biliyorduk. HTŞ nedir? Dolayısıyla, kardeşliği dinsel temellerde sağlamaya dönük proje, AKP'nin 25 yıldır Türkiye'de yapmaya çalıştığı bir şey. O yüzden de Erdoğan'ın ‘’ümmetçilik’’ lafını telaffuz etmesi rastlantı değil. Osmanlıcı bir tarafı da var bunun. Neden? Osmanlı kimliklere daha saygılıydı diye bir efsane var. Bu efsane etrafında Türk-Kürt-Arap kardeşliği türünden bir öykü yazıldı. Buna bir itiraz yok. Dolayısıyla bir seküler hareket var, bir de İslamcı bir AKP var. Nasıl olduğunu onlara soracaksınız.

Ruşen Çakır: Şu anda Türkiye'de sürece alenen karşı çıkan İYİ Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti var bildiğim kadarıyla.
Okuyan: Evet.

Ruşen Çakır: Sizi onlarla yan yana olmakla suçlamıyorlar mı?
Okuyan: Suçluyorlar. Onu görüyorsunuzdur zaten. Biz çok kısa bir metin kaleme aldık. O zaten TKP adına açık bir metin değil. O metni kaleme aldıktan sonra, zaten ilk imzacılardan sonra yayıldı o metin. Başkaları sosyal medyadan destek verdi. TKP'yi övenler oldu. Bu ayrı. Türkiye'de zaten bütün taşlar yerinden oynadığı için, bakın şimdi ne haldeyiz. MHP ile DEM, bir projeyi övüyorlar, o ona şiir yolluyor falan. Ben buralara çok takılmam. Dediğim gibi içeriğe bakmak gerekir. Yani ‘’nasıl MHP ile yan yana gelirsiniz?’’ sorusu, ‘’neden yan yana geldiğiniz?’’ sorusuyla beraber bir anlam taşır. Dolayısıyla sürece karşı olan başka yapılar da var. Avrupa'da savaşa ve NATO'ya karşı olan sağcı bir sürü parti var. Yanlış mı? Onlarla savaşa sodan karşı olanlar ya da NATO'ya soldan karşı olanlar yan yana mı düşmüş oluyorlar? Bence bu eksik bir tartışma. Biz rahatız. O metinde ‘’planlı ekonomi’’ diyor, ‘’eşitlikçi bir düzen’’ diyor, ‘’laiklik’’ diyor. Bunun kendisini kapsadığını düşünen ve Türkiye'de sağ partilerde olan insanlar varsa ne güzel bizim için. Demek ki bir fikir yayılıyor demektir.

Ruşen Çakır: Tam bunu soracaktım. Bayağı bir ilgi gördü. Eleştiri ve ilgi aynı anda. Gündemde bayağı bir etkili oldunuz. Sizi şaşırtan destekler oldu mu? Böyle bir iki örnek verebilir misiniz?
Okuyan: Ben imzaların son hâline bakmadım. Ben bu ülkede hiçbir şey şaşırmam, hele bu son dönemde. Çünkü Türkiye'de siyaset ve ideoloji, yeniden harmanlanıyor ve bu daha da böyle olacak. Bu yalnızca son süreçle ilgili değil. AKP iktidarı öyle şeyler yaptı ki, Türkiye'deki bütün dengelerini altüst etti. Deprem bir krizdir. Ekonomik kriz bir krizdir. Bu yaşanan bir krizdir. Her krizde Türkiye'nin siyasi ve ideolojik dengelerinde yeniden büyük altüstler oluyor. Toplumda da oluyor, siyaset alanında da oluyor. Dolayısıyla ben hiçbir şeye şaşırmam. Eleştiri ya da hakaretten çok daha fazla destek aldık, farklı kesimlerden. Bu iyi bir şey. İmzacılara çok büyük bir mahalle baskısı uygulandı imzalarını geri çekmeleri için.

Ruşen Çakır: Çeken oldu mu?
Okuyan: Birkaç kişi. Ama normalde bu tür şeylerden sonra imzalarını niye geri çektiğini de açıklaması gerekir insanların. Yani o açıdan da imzacıların bayağı büyük bir bölümü çok dik durdu ve doğru bir tartışma başladı. Açık söyleyeyim, ilk kez bu süreç başladığından beri içerik tartışılıyor. Bu önemli bir şey. Tamam, hakaretler falan, bu ayrı; işin o kısmını çöpe atalım. Yani sosyal medya zaten öyle bir alan. Ama içerik tartışılmaya başlandı. Artık bu saatten sonra Lozan'ın tartışmaya açılması… Lozan bir düzeyde zaten tartışılıyor, Eengelleyemezsiniz, tartışılsın. Ama biz Lozan'ın yenilenmesi fikrinin ne anlama geldiğini bu topluma anlatmak zorundayız. Bu savaştır, savaş istemektir. Türkiye Cumhuriyeti'nin dağılmasını istemektir. Şimdi Türkiye solu şuna gelecekse: ‘’Türkiye Cumhuriyeti zaten darbeler, işkenceler, ne hayrını gördük ki,’’ bundan ibaretse, o zaman zaten başka şeyi tartışalım. Yani ‘’biz yok hükmündeki bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla zaten bu kurtulunması gereken bir idari birimdir.’’ Bu, bir tez. Biz bu görüşte değiliz. Biz yaşadığımız ülkenin sınırları içerisinde, insanca, kardeşçe, barış içerisinde, eşitlik içerisinde yaşayacağımız bir düzen kurmaya çalışıyoruz. Bu ayrı bir şey. Benim ülkem kalmazsa elimde, bu ayrı.

Ruşen Çakır: Son olarak tabii ki TİP’i soracağım. Çünkü yakın bir zamana kadar, hepsiyle olmasa bile önemli bir kısmıyla birlikte hareket ettiniz.
Okuyan: Aslında yakın zaman dediğiniz 10 yıllı geçti.

Ruşen Çakır: Evet. Ama yine de bir dönem birlikte bayağı bir şey yaptınız. Sonra koptunuz. O ilk kopuşta da Kürt siyasi hareketiyle ilişki konusu önemli bir nokta mıydı?
Okuyan: O ayrışmada siyasi tartışma yaşayamadık. Çünkü açık söyleyeyim, Türkiye Komünist Partisi'nin bir çizgisi var. O çizgiden radikal bir kopuştur TİP. Buna bir itirazım yok. Keşke ‘’biz böyle bir parti istiyoruz’’ deselerdi, o zaman sulh içerisinde ayrışılırdı. Dediğim gibi TKP'nin bir çizgisi var. ‘’Ben gerçek TKP'liyim’’ deyip, ondan sonra bazı şeyleri savunmak çok zordu. Ama biz bu ayrışma sırasında Kürt meselesinin ya da HDP ile ilişkilerin belirleyici olduğunu biliyorduk. Nitekim daha sonra HDP de çok uğraştı kendisine yakın bir ekibin TKP’ye hâkim olması konusunda. Onlar açısından haklıdır. Kendilerine yakın bir ekibi TKP'nin yönetiminde görmek isteyebilirler, ama şık değildi. Etik değildi. Şu nedenle etik değildi. Siz bir yere kadar bunu savunursunuz, ama Türkiye Komünist Partisi'nde bir ayrışmanın sonuçlanmasından sonra, Erkan'ı (Baş) epeyce bir süre TKP Genel Başkanı diye gördüler. Mesela bu şık değil. Biz şimdi çıkıp da DEM Genel Başkanı olarak birisini ilan edebilir miyiz? Etmeyiz. Olmaz.

Ruşen Çakır: Burada şunu sormama da izin verin. TKP geleneği dediniz, ama benim bildiğim TKP bambaşka bir şey.
Okuyan: Nedir o bambaşka bir şey?

Ruşen Çakır: Yani gelenek olarak. Şimdi TKP'li deyince aklıma gelen isimler…
Okuyan: Kim onlar?

Ruşen Çakır: Mesela, kimdi en son genel sekreter olan kişi?
Okuyan: Haydar Kutlu.

Ruşen Çakır: Evet, mesela.
Okuyan: Haydar Kutlu, Türkiye Komünist Partisi'ni tasfiyeye götüren bir çizginin şeyi. Kendileri tasfiye ettikleri bir partiyi temsil edemezler. Ama Türkiye Komünist Partisi’nin, tarihsel TKP'nin birçok militanı, üyesi, ki bir bölümü ne yazık ki hayatını kaybetti, artık Türkiye Komünist Partisi'nde.

Ruşen Çakır: O gelenekten gelen isimler mi?
Okuyan: Tabii ki.

Ruşen Çakır: Eyvallah. Ve siz o geleneği sahipleniyorsunuz.
Okuyan: Tabii. Bizim kuruluşumuz 1920. TKP'nin çok zikzağı, çok tartışmalı bir tarihi var. Ama biz o tarihi günahıyla sevabıyla sahipleniyoruz. Dediğim gibi TKP'nin militanlarından çok fazla üyemiz var. Bir bölümünü de kaybettik.

Ruşen Çakır: Evet. Peki, yayını nasıl bitirelim?
Okuyan: Güzel soru. O zaman şunu söyleyeyim. Bugün Türkiye'de tartışılan ya da bizim tartışmak istediğimiz, ‘’barışmak mı, çatışmak mı?’’ değil. Bizim tartıştığımız Türkçülük-Kürtçülük kavgası değil. Türkiye çok riskli bir dönemde, çok riskli bir coğrafyada. Bir İsrail, ABD, İngiliz operasyonunda, kendi bütün güvenlik kalkanı, boşaldı. Güvenlikten anladığım, devletin güvenliği değil, bu ülke ve halkın güvenliğinden söz ediyorum. Çok riskli bir evreye girdik. Bu riskli evrede fantastik şeyler dile getiriliyor. Mesela bunlardan bir tanesini söyleyeyim. Uzatmak istemiyorum ama, ‘’ABD ile işbirliği yapıp İsrail'in hakkından’’ gibi laflar edilmeye başlandı iktidar cenahında. Şaka bunlar. Bunlar ne dediklerini bilmiyorlar, kimlerle aşık attıklarını bilmiyorlar. Öyle Türkiye'yi yaymak, bölge gücü filan, bunlar güzel laflar ama büyük riskler taşıyor. Biz iddia ediyoruz ki Türkiye'deki kardeşlik ve Türkiye'de Kürtlerin yaşadığı haksızlıklar ve eşitsizlikler, bu ülkenin sınırları içerisinde, cumhuriyetçi, laik, bağımsız, egemen ve eşitlikçi bir Türkiye'de çözülür ve çok kolay çözülür. Bunun karşısında başka tezler var. Yeni-Osmanlıcılık olabilir, ümmetçilik olabilir, Türkiye İmparatorluğu olabilir, Suriye'ye, Irak'a dönük, Türkiye'yi yaymak olabilir. Onun sonuçlarına hep birlikte katlanırız. Bunu söylemek isterim.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Kemal Okuyan.
Okuyan: Ben de teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Evet, Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan konuğumuzdu. Kendisiyle, çözüm süreci ve son öncülük ettikleri bildiri üzerine sohbet ettik. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
16.08.2025 “Bahçeli’den demokrasi bekleyecek kadar saf mısınız?”
15.08.2025 Özgür Özel kavgayı kızıştırdı: Parayı takip edin
14.08.2025 CHP’li bir belediye başkanı niçin AKP’ye geçer?
13.08.2025 CHP-MHP flörtü
12.08.2025 Rezan Epözdemir olayı: Bu kavga neyin kavgası?
10.08.2025 Çanlar Fethullahçılar için çalıyor
10.08.2025 Berrin Sönmez’in kişisel başörtüsü protestosunun toplumsal anlamı
09.08.2025 Bugün Gazze için ne yaptın?
09.08.2025 TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile söyleşi: Çözüm süreci hakkında ne düşünüyor?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı