Trump’ın ipiyle kuyuya inilir mi?

27.09.2025 medyascope.tv

27 Eylül 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Cumhurbaşkanı Erdoğan nihayet Beyaz Saray'a gitti. Amerikan Başkanı Donald Trump'la buluştu. Bunu çok istedi, bunun için çok uğraştılar ve sonunda bir şekilde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun ardından, New York'taki genel kurulun ardından Washington'da bu buluşma perşembe günü gerçekleşti. Çok şey beklendi, az şey çıktı. Ama böyle buluşmalarda, böyle zirvelerde her şey hemen ortaya çıkmaz. Zamanla kendini gösterir, zamanla birtakım gelişmeler yaşanır ve o gelişmelerin miladının o görüşme olduğunu öğreniriz ya da tahmin ederiz.
Şu hâliyle bakıldığı zaman, dün Sinan Ülgen'le de bunları konuştuk, üç tane net gelişme var, anlaşma var. Birisi Boeing alımı, ki bunu Özgür Özel önceden söylemişti zaten. Onun söylediğinden birazcık daha az bir rakam, ama yine de 200’ün üzerinde Boeing siparişi Türk Hava Yolları tarafından veriliyor. Bir diğer mesele nükleer iş birliği konusu. Biraz karışık bir konu ama bir anlaşma var fakat fiilen hayata geçmesi için zamana ihtiyaç var. Bir diğer husus da Türkiye'nin Amerika Birleşik Devletleri'nden gaz, sıvı gaz temini anlaşması var. Bunu da Türkiye'nin Rusya ve İran'a bağımlılığını azaltması perspektifinden açıklamaya çalışanlar var. Ama önemli bir anlaşma olduğu söyleniyor. Bunların dışında temel konular, özellikle F-35'ler meselesi henüz netleşmedi. Çok telaffuz edildi ama henüz netleşmedi. Bir diğer önemli konu Ortadoğu ve Suriye. Suriye konusunda konuştukları kesin ama yapılan bir açıklama yok. Bir tek Büyükelçi Barrack'ın söylediği SDG'nin Şam’a entegrasyonunun hızlandırılacağı açıklaması var. Nasıl yapıldığı, nasıl yapılacağı belli değil. Gazze konusunda ise yani böyle bir karşılıklı anlayış birliği deniyor ama Türkiye ile ABD'nin, Erdoğan'la Trump'ın Gazze konusunda anlaşması bence kesinlikle mümkün değil, ama en azından Gazze nedeniyle diğer konuları zehirlememiş oldukları anlaşılıyor. Öyle söyleyebiliriz.
Burada önce şunu merak ettim. Erdoğan biliyorsunuz yanına bir grup gazeteci götürüyor, uçağına alıyor. O gazeteciler tabii ki iktidar medyasının seçilmiş isimleri oluyor. Değişik kuruluşlardan ama hepsi havuzda yüzen meslektaşlarımız diyelim ve bunlar soru soruyorlar. Hep diyorlar ki, ‘‘Biz kendi irademizle soruyoruz.’’ Ama genellikle de söylenen şudur: ‘‘Onlar Erdoğan'ın cevaplarını sorulandırıyorlar’’ denir ve o gazeteciler de, o kurum temsilcileri de bunun böyle olmadığını söylerler. Fakat Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici bu olayda Erdoğan'a sorulan soruların kendisine saatler önce geldiğini söyledi. Hatta sırasının da aynı olduğunu söyledi. Sorularda çok ufak ifadelerde değişiklikler olduğunu söyledi ve hazır sorular ve hazır cevaplarla bir basın bülteni aslında verilmiş oldu bize. O metin gelir gelmez büyük bir heyecanla baktım. Çünkü çok önemli bir görüşme. Erdoğan orada korunaklı bir alanda önemli mesajlar veriyor. Çünkü Erdoğan’ın uçakta verdiği mesajlar çalışılmış, hazırlanmış mesajlar. Ama baktığımda açıkçası hiç ciddi, önemli bir şey görmedim. Bir tek başarılı olduğunu söyledi, kara çalanlara rağmen başarılı olduğunu söylemiş. Onun dışında çok genel şeyler söylüyor. Gazze konusunda da öyle, Türk-Amerikan ilişkileri konusunda da öyle, bir temkinlilik hâli gördüm. Çok büyük bir başarı olmuş, çok şey elde etmiş bir Erdoğan çıkmıyor o görüşmede.
Gerçekten böyle mi oldu bilemiyoruz ama şunu çok iyi biliyoruz ki özellikle bu tür olaylarda Erdoğan ve ekibi bu olayları cilalamayı çok iyi bilirler, tercih ederler ve alınan bir şeyi yükselterek, önemini yükselterek ya da etkisini yükselterek anlatmayı severler. Burada bu yapılan uçaktaki görüşmede bu sözünü ettiğim üç anlaşma konusunda; nükleer, sıvı gaz ve Boeing konusunda hiçbir şey yok. F-35'in adı geçmiyor, F-16'ların adı geçmiyor. Suriye konusu var ama muğlak. Gazze konusu var ama net hiçbir şey söylemiyor. Çünkü Gazze konusunda Trump bir vaatte bulunmamış. Trump'a soruldu, biliyorsunuz. Trump da, "Bu konuda daha önce de toplandık," dedi, "birbirimizi anlıyoruz," dedi, "çok verimli görüşmeler oldu," dedi ama Gazze'de soykırımın duracağına dair hiçbir şey yok. Ki Erdoğan Washington'a gitmeden önce New York'ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki konuşmasının ilk ve en uzun bölümünü Gazze'ye ayırmıştı ve çok sert mesajlar vermişti. Elinde fotoğraflarla bir soykırımı anlatmıştı ve tüm dünyaya çağrılarda bulunmuştu ama bunu Trump'la pek yapmadığı anlaşılıyor.
Çünkü, yayının başlığına koyduğum gibi, Trump'ın ipiyle kuyuya inilmeyeceğini herhâlde en iyi bilenlerden birisi Erdoğan. Daha önce bunu yaşadı, Trump'ın ilk döneminde yaşadı. Ki ilk dönemde, Trump’ın ilk döneminde Trump — "derin devlet" diyorlar artık — onların tabiriyle müesses nizam, establishment tarafından belli ölçülerde kontrol edilen, sınırlanan bir başkandı; ama ikinci döneminde bu tür yüklerden büyük ölçüde arınmış bir Trump var karşımızda. Daha özgür, yapmak istediğini yapan... Tabii ki birtakım içeriden çevresinden uyarılarla çok geri adım attığı oldu, özellikle bu tarifeler meselesinde ama çok daha özgür bir Trump var ve Erdoğan'ın Trump'la çok acı ve tatlı bir geçmişi var. "Dostum" dediği, istediği zaman ulaşabildiği birisiydi, ki şimdi de öyle anlaşılan. Ama bir Rahip Brunson krizi yaşanmıştı. Rahip Brunson krizi gerçekten Türkiye için ve Erdoğan için herhâlde bir kâbus gibiydi. Trump ise bunu hep bir başarı olarak aldı ve hep söylüyor. Erdoğan'ı gördükçe, Erdoğan'ın adı geçtikçe bunu anıyor ve nedense Erdoğan'ı Rahip Brunson meselesinde iş birliği yapmış bir dost olarak anıyor. Hâlbuki öyle değildi. Rahip Brunson FETÖ suçlamasıyla tutuklanmıştı, bir misyoner. Erdoğan bırakmamaya çok kararlıydı ama bırakmak zorunda kaldı. O arada bırakma aşamasında Trump'ın hakaretlerine maruz kaldı. Biliyorsunuz bir mektup ve o mektubu Trump sonra oteline astı; onun başkanlık dönemindeki en parlak işlerinden birisiymiş gibi.
Dolayısıyla Erdoğan'ın Trump konusunda temkinli olduğunu görüyorum. Nitekim bu görüşmede, Erdoğan-Trump görüşmesinde en dikkat çekici hususlardan birisi Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri meselesi. Trump özellikle F-35'ler söz konusu olduğunda Erdoğan'dan Rusya ile olan petrol alışverişini sonlandırmasını ya da azaltmasını talep ettiğini alenen dile getirdi. Şimdi bu Türkiye için iyi bir şey değil tabii ki. Türkiye Rusya'yla her türlü alışverişini sürdürebilmek istiyor ve bunun bir şart olarak koşulması tabii ki Ankara için rahatsız edici bir şey. Ama burada çarpıcı olan başka bir husus: Trump'ın bir Putin sevdalısı gibi başkan olması ve ondan sonra da 180 derece çark edip şimdi bir Rusya aleyhtarı ve Ukrayna'nın yanında bir lider olarak gözükmesi. Bu birçok dengeyi değiştirdi. İlk günlerinde biliyorsunuz Trump bu konuda, savaş konusunda Avrupa ülkeleriyle ters düştü ve Zelenski'ye bayağı baskı uyguladı. Hatta o Beyaz Saray'daki Zelenski'li toplantıyı biliyorsunuz, medya önünde büyük bir skandala yol açmıştı ve aşağılanmıştı Zelenski orada. Ama şimdi tekrar Rusya'ya karşı bir cepheyi yönetmeye kalkan bir Trump var. Dünkü yayında Sinan Ülgen haklı bir şekilde şunu söyledi: "Yarın ne olacağı belli olmaz." dedi. Evet, yarın ne olacağı belli olmaz ama aynı şekilde Erdoğan da Trump'ın sözüne pek güvenilmeyeceğini ama Amerika Birleşik Devletleri ile iş yapabilmek için, belli konularda ilerleme katedebilmek için Trump'ın ikna edilmesi gerektiğini çok iyi biliyor.
Çok zor bir iş. Yani normalde "dostum" demesi, ondan hep övgüyle bahsetmesi, bugün AK Partililerin büyük bir başarıymış gibi gösterdikleri sandalyesini çekmesi tek başına yeterli değil. Çünkü Trump'ın ne zaman ne yapacağı hiç belli olmaz. Gazze'de göreceğiz, Filistin meselesinde. Sadece Gazze değil, Batı Şeria'da da göreceğiz nasıl bir tutum takınacağını. Suriye'de de göreceğiz. Suriye’de de pekâlâ, Erdoğan'ın beklentilerini büyük bir hızla ve sorgulamadan kabul edecek bir Trump olmayabilir. Yani kesin konuşmamak lazım. Ya da en önemlisi, Trump'ın bir söylediğini daha sonra değiştirebilme ihtimali çok fazla var. Bu ona çok büyük bir rahatsızlık vermiyor olabilir ama Türkiye gibi zaten ekonomisi sorunlu, stratejik olarak çok çetrefil bir bölgede bir yığın sorunla uğraşmaya çalışan bir ülke için gerçekten bu tür karar değiştirmeler çok sorun yaratabilir.
Fakat şunu söylemek lazım: Erdoğan, her şey bir yana Trump'tan, o büyükelçinin dediği gibi, beklediği, umduğu meşruiyeti aldı. O da şudur: Trump Türkiye'de ne olduğunu çok fazla umursamıyor, hiç umursamıyor hatta; önemli olan Erdoğan'la iş yapabilmek ve bu işte de en çok geçerli olan şey para. Yani Türkiye'ye uçak satmak, Türkiye'ye şunu satmak, yok işte gaz satmak, nükleer birtakım projeler satmak... Ve bu arada biliyorsunuz gitmeden önce Amerika'dan gelen bazı ürünlerdeki gümrük tarifelerini indirmişti Erdoğan. Bunun gibi kendi çıkarını, maddi çıkarını düşünen bir Trump var. Bunu ne kadar çok elde edebilirse o kadar memnun olacak ve bunun için Erdoğan'la fotoğraf vermek, onu Beyaz Saray'da ağırlamak gibi şeyler yaparken, işte Erdoğan'ın en önde gelen rakibi aylardır cezaevindeymiş, şuymuş, buymuş, bunlarla hiç ilgilenmeyecektir. Onu aldığı kesin Erdoğan'ın. Ama bundan sonrasında da onun ipiyle kuyuya inilemeyeceğini, inilen o kuyudan çıkılmama ihtimalinin olduğunu herhâlde çok iyi biliyor.
Bugün kime ithaf edeyim? Amerika Birleşik Devletleri'nden bir isim düşündüm. Trump deyince aklıma Amerikan sinemasının öne çıkan Trump karşıtı birtakım isimleri geldi. Sonra o isimlere bakarken, mesela Sean Penn, ki çok sevdiğim birisidir, Sean Penn'e bakarken birden şunu gördüm: ‘‘Mystic River’’, ‘‘Gizemli Nehir’’ filmi. Çok güzel bir filmdi ama ben onun önce kitabını okumuştum. "Mystic River" Dennis Lehane'ın bir romanından uyarlama. Evet, benden bile genç yani. Tesadüfen okumaya başladığım bir polisiye yazarı. Biliyorsunuz, ben polisiye tutkunuyum ve Dennis Lehane benim gözümde şu anda yaşayan dünyadaki en iyi polisiye yazarlarından birisi. İlk okuduğum kitaplar... Şimdi "Kızımı Kurtarın" diye Türkiye'de oynamış filmi. "Gone Baby Gone" diye bir film var. Evet, bu filmi yöneten Ben Affleck ve başrolde de kardeşi var, Casey Affleck. Kardeşi olması lazım, yanlış yapmıyorum umarım. Burada Dennis Lehane'ın iki dedektifi var. Aslında sevgililer ama evli değiller, Patrick'le Angie. Bunların çok sayıda Boston'da geçen romanları. Bunları önce okudum Dennis Lehane'dan. Çok çarpıcı, çok böyle farklı, nahif bir anlatım ama işin içerisinde mafya var, cinayet var, her şey var. Çok saran öykülerdi. Daha sonra, demin bahsettiğim ‘‘Gizemli Nehir’’ ki o bu iki dedektifin dışında bir şey. Clint Eastwood çevirdi bunun filmini de. Çok başarılı oldu. Ama en sonda bambaşka bir şey... Neydi onun adı? ‘‘Shutter Island’’, ‘‘Zindan Adası.’’ Evet, DiCaprio'nun oynadığı film. Bunu da Scorsese yönetmiş. Bu kitabı okuduğumda çok şaşırdım. Çünkü Dennis Lehane'ın o zamana kadar okuduğum polisiyelerinden çok farklı bir şeydi ama gerçekten bir başyapıt demeyi hak ettirecek şekilde, distopyanın da olduğu, polisiyenin de olduğu çok esrarengiz bir kitap ve filmi de öyle. Kitabı öncelikle okumanızı tavsiye ederim. Ben, Lehane'ın bütün kitaplarını okuduktan sonra filmlerini seyrettim. Seyrettiğim bu üç filmin üçü de gerçekten çok başarılı. Çok iyi oyuncular, çok iyi yönetmenler ama her şeyin ötesinde çok sağlam bir öykü. Zaten Lehane aynı zamanda senaryo da yazıyormuş. Yani insan kıskanmadan edemiyor. Keşke şöyle bir hayatım olsaydı, demekten kendimi alamıyorum. Dennis Lehane'a takdirlerimi ve teşekkürlerimi burada iletiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
27.09.2025 Trump’ın ipiyle kuyuya inilir mi?
26.09.2025 Trump’ın bahşettiği meşruiyetle nereye kadar gidilebilir?
24.09.2025 Cihatçılar ve Batı: Kim kimi kullandı, kullanıyor ve kullanacak?
22.09.2025 Süreç neden tıkandı? Önü nasıl açılabilir? Ahmet Yıldırım ile söyleşi
22.09.2025 Erdoğan ile Özel arasında Boeing polemiği: Kim haklı?
21.09.2025 AK Parti’de yaprak dökümü: İl başkanları niçin istifa ediyor?
21.09.2025 Sezgin Tanrıkulu: “Erdoğan bizi masadan, komisyondan kaldırmak için elinden geleni yapıyor”
20.09.2025 İmamoğlu “muhtar bile olamaz” mı?
19.09.2025 Ali Erbaş’ı nasıl bilirdiniz?
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı