Süreç neden tıkandı? Önü nasıl açılabilir? Ahmet Yıldırım ile söyleşi

22.09.2025 medyascope.tv

22 Eylül 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşi

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. HDP eski Milletvekili Ahmet Yıldırım stüdyomuzda konuk ve kendisiyle süreci konuşacağız. Hoş geldiniz.
Ahmet Yıldırım: Hoş bulduk. Çok teşekkürler.

Ruşen Çakır: Süreç konuşulmuyor. Çok az konuşuluyor. Bunun da ana nedeni olarak CHP'ye yönelik yargı operasyonları gösteriliyor. Olay sadece bundan ibaret mi?
Yıldırım: Öncelikle şunu söyleyeyim. Sanki ikisi ayrı mecrada ve birbirinden bağımsız şeylermiş gibi düşünmek, çok doğru olmaz. Ben özellikle 19 Mart sonrasının bizzatihi bu süreçle ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü birinci çözüm sürecini biraz daha içeriden bilen biri olarak söyleyebilirim ki ülkeyi yöneten Erdoğan yönetimi ya olası olumluluklarından sadece kendisinin istifade etmesini sağlayan bir motivasyonla hareket etmişti. Bugün de öyle olduğunu düşünüyorum. Hani tarihsel bir meseleyi, ülkenin önünü bölgesel olarak da küresel olarak da açacak olan bir meseleyi çözerken tek aktörün kendisi olmasını istiyor. Ve bugün de doğal olarak 10 yıllık teşriki mesai yaptıkları ortağı Sayın Bahçeli'yi ve partisini bu işten beri bırakamadığı için onu yanında tutarak, onunla birlikte hareket ederek hatta onun biraz daha maksimal taleplerinden özellikle Ekim 2024'teki Erdoğan'ın daha ötesinde taleplerde bulunarak aslında Erdoğan'ın hoşuna gitmeyen ve Erdoğan'ı biraz da kendi taleplerinin peşine takan bir hat izlemişti. Şimdi, Bahçeli'nin bir de kendisinden daha fazla bu sürecin aktörü olarak anılmasını ve Türkiye'de toplumsal olarak böyle bir karşılık üretmesinden hazzetmediğini göz önünde bulundurursak, gelip bu sürece destek veren, etkin olmak isteyen, bu süreçte ortaklaşmak isteyen bir CHP'yi hiç istemediği için ben 19 Mart'ta böyle bir operasyonu bu süreçten, CHP'yi veya Özgür Özel Yönetimini beri bırakmak için başlattığını düşünüyorum. Ondan sonraki bütün hamlelerinin de birçok kişinin dile getirdiği üzere CHP’yi mecliste temmuz ayının sonunda kurulmuş olan masadan Erdoğan kaldırmak için bu hamleleri yapıyor. Hani ikisini birbirinden çok fazla ayırt etmeden ele almak gerektiğini düşünüyorum. Bir diğer husus da CHP'ye yönelik bu operasyonların elbette bitmediğini ama muradına ermemesi hasebiyle biraz da kendisine zarar verebilecek noktaya geldiğini gördüğü andan bu operasyonlardan vazgeçebileceğini de öngörerek giriş yaptı.

Ruşen Çakır: Kamuoyu araştırmalarında çözüm olsun diyenler yüksek, olur diyenler düşük.
Yıldırım: Doğru. Yani istiyorlar ama güvenmiyorlar. Bunu aşamadı. Sanırım sizinle yaklaşık 1,5 ay önceki bir programımızda da ben söylemiştim. Özellikle Kürt mahallesi ile ilgili olarak söylemiştim. Kürtlerde sadece hani ben parti tabanı veya Kürt hareketi tabanı değil de AK Parti ve Hüda Parlı Kürtlerin de bu işi istediğini, çözme ulaşmasını, şiddetin ve silahın yöntem dışına çıkarılarak bu 100 yıllık meselenin çözülmesini isteme arzusu çok yüksek. Ama bunun gerçekten siyasi olarak çözülüp gündemimizden çıkacağı ve kalıcı onurlu bir barışın sağlanacağına dair inancın ise çok az olduğunu hatta o programımızda isteme oranı Kürtlerde %90 üstü ama buna inanan oranın ise yüzde 50'nin çok altında olduğunu ifade etmiştim. Bunun da hani Erdoğan'ın son 10 yıllık politikaları ülkenin hem doğusunda hem batısında böyle bir sonuç üretti. Çünkü 10 yıl boyunca ülkenin batısında hani örgütsel olarak ele alırsak pkknin bittiğini sayı rakam vererek ayakkabı numarası vererek dönemin içişleri bakanı ele alıyordu. E şimdi doğal olarak ülkenin batısında soruyorlar. Bitmiş bir örgütle neyin müzakeresini yapıyorsunuz? Çünkü hiçbir zaman bunun 100 yıllık bir kanayan yara olduğunu, buna merhem olmak veya 100 yıllık yanan bir ateşe su dökmek olarak ele alınmadığı için bir devlet politikası olarak bugünkü devletin hükümeti olarak da Erdoğan iktidarı açısından da aynı şeyi söyleyebiliriz. Buradan bakıldığında ben, hani ülkenin batısına gerçekten sadece tırnak içinde silahlı bir kalkışma veya genel kanaat kullanımıyla işte tırnak içinde terör meselesi olarak ele almıştı. Ülkenin Kürt mahallesinde ise Erdoğan'a dair bu inancın zayıflamış olmasının sebebi ise son 10 yıldaki güvenlikçi politikaların sivil hayata yansımaları bazı bazı noktalarda 90'lı yılları geride bırakan uygulamalar olarak karşısına çıktığı için doğudan da toplumsal rıza Kürtlerde de toplumsal rıza üretimi zayıfladı. Hiç unutmuyorum birinci çözüm sürecinde bir ara kamuoyu araştırmalarında sürece olan destek %78'e varmıştı. Ama o zaman iki ayrı iki farklı nokta vardı. Bir Erdoğan bugünküne göre çok daha güçlüydü. İki süreçle birlikte ekonomik rahatlama ve bunun toplumsal yaşama yansımaları çok pozitifti. Ama bugün Erdoğan diyebilirim ki kendi siyasi hayatının en zayıf dönemini yaşıyor. Toplumsal destek anlamında, bu süreçten azade olarak söylüyorum. Ekonomik olarak da Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşadığımızı söylemek herhalde hepimizin ortak kanaatı.

Ruşen Çakır: Aktörlere bakacak olursak şimdi Erdoğan var, Bahçeli var, Öcalan var ama onun dışında da Den Parti var, örgüt var başka siyasi partiler var, şu var, bu var. Eee, şimdi öncelikle Dem Parti'yi sormak istiyorum. Sizin için zor bir soru olabilir ama eski HDP'li olarak bana açıkçası Dem Parti'nin burada çok fazla bir rol oynayamadığı gibi bir izlenimim var. Yani sınırlar Öcalan'ın çok fazla domine etmesinden dolayı mı? Dem Parti'nin şu ana kadar başına gelenler mi? Nedir?
Yıldırım: Kürt olmayan kamuoyuna bunu anlatacak esas yerin Dem Parti olması lazım. Ama bu konuda parti çok fazla geride. Bir şey Ekim'den bu yana çok görmedim ben. Ya aslında hani sorduğunuz soruyu belki de son cümlede siz için de cevabı barındırarak söylemiş oldunuz. Ben gerçekten böyle bir sürecin Sayın Öcalan’a düşen boyutuyla Dem Parti'ye düşen boyutlarının çok çok farklı şeyler olduğunu düşünenlerdenim. Sizin de az önce ifade ettiğinizden biraz onu anladım. Gerçekten fikri olarak bir barış sürecine öncülük edebilir. 40 yıllık bu devletle çatışmış bir örgütün Bahçeli'nin deyimiyle söyleyelim kurucu önderi hem bu çatışmayı bitirebilir hem de silahsızlanmayı sağlayabilir. Bunun fikri ve ideolojik öncülüğünü yapabilir. Ama barışın toplumsallaştırılması toplumsal olarak sahada olanların işi. Sadece Dem Parti'yi değil kendimi de işin içine katarak söylüyorum. Legal demokratik siyasette yer almış ve bu işe baş koymuş, gönül koymuş kişiler rolünü oynayamadı. Son bir yıl bu yönüyle legal demokratik Kürt siyaseti açısından çok başarılı bir yıl değil. Sadece ülkenin batısına bunu anlatmak bir yana işin Kürt mahallesine de tam anlatabildiğimizi ve bu konuda muzaffer olduğumuzu söyleyemiyorum. Yani bunu çok net söyleyeyim. Bu zaten “ayın Öcalan'ın işi değildi. O onun rolü e doğal olarak muhataplarıyla görüşmek. Eee kimsenin alamayacağı kararları kendisinin alabileceği noktalar var. Gerçekten bugüne kadar almış olduğu kararları, Fesih Kongresi, 27 Şubat'taki çağrısı, 5-7 Mayıs'taki Fesih kongresinden sonra olası hani kamuoyunda tartışıldığı itibariyle kamuoyunu tatmin etmeyen işte bunlar bırakmazlar diye 11 Temmuz'daki törenin düzenlenmesi, silah bırakma töreninin düzenlenmesi bunları gerçekten Sayın Öcalan dışında yapabilecek kimse yok ama bu işi toplumsallaştırabilmek barışı toplumsallaştırabilmek, kaygıları giderebilmek lazım. Her iki taraf açısından da ülkenin hem genel satı için hem de Kürt mahallesi için kaygıları giderebilecek olan da demokratik siyasetçilerdi. Bu konuda istenilen mesafeyi alamadığımızı birçok farklı kamuoyu araştırmaları da ortaya koymakta zaten.

Ruşen Çakır: Geçen yayında da bahsetmiştik ama burada tam yeri geldi. Mesela bir Selahattin Demirtaş olgusu var. Selahattin Demirtaş en son aldığı aktif siyasette yer almama kararını bayağı uyguluyor ama anladığım kadarıyla da süreci çok yakından takip edip sürece bir şekilde dahil olmak da istiyor ama cezaevinden değil. Çıkması halinde şöyle bir soru var tabii: Öcalan onun önünü mü keser, önünü mü açar? Nasıl bir ihtimal görüyorsunuz? Selahattin Demirtaş diyelim ki yarın çıktı. Bu süreçte nasıl bir yere gelir? Öcalan'la ilişkisi nasıl olur? Partiyle ilişkisi nasıl olur?
Yıldırım: Seçim çevreleri veya seçmen sosyolojisi üzerinden değil de Türkiye'nin geneli üzerinden değerlendirildiğinde nasıl ki az önce Sayın Öcalan’ın oynadığı rolü hiç kimsenin oynayamayacağı noktalarını ifade ettiysem Selahattin Demirtaş'ın da legal demokratik siyaset açısından hiç kimsenin oynayamadığı ama kendisinin oynayabileceği roller var. Sizin az önce sorduğunuz soruda, aktif siyasete dahil olmama kararını Mayıs 2023 seçimlerinden sonra almıştı. Bunu yaklaşık 16-17 ay, ta Ekim 2024'e kadar yani Bahçeli’nin Demlilerle mecliste ve sonrasında gelişen süreçle ilgili olarak söylüyorum. O zamana kadar sürdürmüştü. O süre içerisinde belki bir-iki taziye mesajı dışında hiçbir sosyal medya paylaşımı ve demeci olmamıştı. Ama Ekim 2024'ten sonra kendisine ihtiyaç duyulduğu oranda dahil olduğunu ve açıklamalar yaptığını hatta belli riskleri göze alan açıklamalar olduğunu, bazılarında özellikle Kürt halkında ve belli Kürt siyasi çevrelerde tepki çekecek açıklamaları da yapma cesareti gösterdiğini kendisiyle yaptığım bir görüşmede de ifade etmişti. Evet. Zaten barışın kendisi bir cesaret ve risk işidir. Bu cesareti gösteremeyen ve bu riski alamayanların zaten bu sürecin aktörü olamayacağını ifade etmişti. Sizin de ifade ettiğiniz ve kendisinin de vermiş olduğu bir mülakatta ifade ettiği üzere daha fazla istese bile rol oynayamayacağını, rol oynayabilmesi için özgürce toplumsal buluşmalar gerçekleştirebilmeli ki toplumsal mobilizasyonu sağlayabilsin veya barış için, bu süreç için toplumsal rıza oranını arttırabilecek çabalar içerisine girsin, noktasındaki rolü zaten yadsınamaz.

Ruşen Çakır: Öcalan buna yanaşır mı?
Yıldırım: Ben bu sürece katkı sunacak herkese o rolü teslim edebileceğine inanıyorum. Bu kadar riski göze almış olan barış gibi zor bir işi bu kadar cesur kararları almış olan Sayın Öcalan'ın kendi çabalarının boşa gitmemesi ve bu barış meselesinin kalıcılaşması ve tümüyle Kürt meselesinin çözülebilmesi için rol oynayabilecek herkesten istifade edebileceğini düşünüyorum. En azından bütün tanımalarım beni bu kanaate götürüyor.

Ruşen Çakır: Sürece baktığımız zaman bir komisyon meselesi gündeme geldi. Bunu Öcalan ve Bahçeli dile getirdi. Ama bir süre kurulamadı. Sonra bir görüşmede Öcalan'ın buna çok sinirlenip kızıp Bahçeli'ye hemen oradan bir mektup yazıp yolladığını öğrendik. Ve sonra komisyon kuruldu ve sonuçta komisyonun kurulmasında esas aktörlerin Öcalan ve Bahçeli olduğunu gördük. Şimdi geçenlerde Bahçeli bir açıklama daha yaptı. Ahmet Özer ve Ahmet Türk üzerinden kayyum meselesini gündeme getirdi. Buradaki mesele şimdi her iki olayda da komisyonda da kayyum meselesinde de bu devletten gelen adımlar bunlar. Çünkü DEM istese de meclise komisyon kuramaz. Dem Parti istese kayyumları geri getiremez. Sonuçta burada devletten adım siz demin bahsettiniz. 27 Şubat, 5-7 Mayıs ve 11 Temmuz doğrudan örgütten ve Öcalan'dan gelen üç önemli kritik karar ve uygulama var. Ama karşılığında devletten gelen pek bir şey yok. Komisyonu birazdan detaylı konuşacağız Komisyon var bir tek kurulmuş olan. Onun dışında bir şey yok. Ve burada da anladığım kadarıyla Kürt hareketi içerisinde hatta Kandil'de de ne oluyoruz gibi bir duygu var sanki.
Yıldırım: Ben isterseniz sondan başlayayım Ruşen Bey. Şöyle, komisyonun kurulmuş olması başlı başına bir adım değil. En azından ben bunu böyle adlandıramam, böyle kabul edemem. Komisyonun hangi rolü oynadığı, hangi sonucu ürettiği ve bu sürecin ilerleyebilmesi için hangi somut adımları attığı üzerinden değerlendirebilirim. Onu da hani komisyonun işlevini hiçleştirmek veya bugüne kadar yaptıklarını boşa çıkarmak istemem. Öyle bir niyetim yok. Ama komisyonun gerçekten rolünü oynayıp oynamadığını biz 1 Ekim'den sonra anlayacağız. Meclis açıldıktan sonra bu komisyon elbette meclisin üzerinde karar alınabilecek bir kurum değil. Bir ihtisas komisyonunun elbette ötesinde ve daha etkisinde taslaklar hazırlayarak meclise sunacak ve bir parti hariç bütün partilerin ortaklaştığı ve üye verdiği bir komisyondan söz ediyoruz. Neredeyse meclisten oy birliğine yakın bütün yasal anayasal değişiklikleri yapabilecek bir konsensüsten söz ediyoruz. Gerçekten komisyon rolünü oynayıp oynamadığını biz 1 Ekim'den sonra anlayacağız. İkincisi ben Kürt hareketinin taleplerinin çok minimal olduğunu düşünüyorum. Alabildiğine rasyonel yaklaşıyorlar. Çok fazla duygusallığa kapılmadan bölgesel gelişmeleri de göz önünde bulundurarak bazı örgüt yöneticileri dışında bu işin hani tekrar Bahçeli'yi atıfla söyleyeyim. Önceki programımızda da size söylemiştim. Ben iki tane mimarın olduğunu düşünüyorum. Bahçeli ve Sayın Öcalan ikisinden biri. Diğer partiler hani temsilci vermese bile çok şey değişmez ama MHP vermezse bu iş olmaz, yürümez. Ama şöyle söyleyeyim gerçekten temas ettiğim birçok Kürtün söylediği Sayın Öcalan da ve bu süreçte rol oynayan Kürt aktörlerin de taleplerinin çok minimal olduğunu söylüyorlar. Şöyle ki haklı bir nokta var. Ben bir sürgündeki Kürt siyasetçi arkadaşımdan ödünçle alarak söyleyeyim. Neyi konuşuyoruz? Siyasi tutsakların tahliyesi. Neyi konuşuyoruz? Kayyım atanmış olan hem Den Partili belediyelerde hem de CHP'li belediyelerde kayyum rejimine son verilerek, asli belediye başkanlarının görevlerine dönmesini. Bunlar bu sürecin ana ruhuna hitap eden şeyler değil. Bunlar süreç içerisinde açığa çıkmış ve bu iktidarın demokrasi dışı uygulamalarının giderilmesi değil mi? İşte arkadaşım da diyor ki ya bunların yapılması süreçle ilgili adımlar değil. Eksiden sıfıra gelmek gibi bir şeydir. Şu anda ekside seyrediyoruz. Yani siyasi tutsakların bırakılması Kürt meselesinin çözümü anlamına gelmiyor. Kürt meselesinin çözümüne hizmet edecek aktörlerin ortaya çıkması anlamına gelebilir veya kayyumların görevlerine son verilerek seçilmiş belediye başkanlarının göreve normal hani seçimli bir demokrasinin gereği olarak ön plana çıkar. Yoksa bunların hiçbiri Kürt meselesinin çözümüne 100 yıllık bir meselenin giderilmesine hizmet eden şeyler değil. Bunlar ancak bizi eksiden sıfıra getirebilecek şeyler. Buradan bakılmalı. Asıl mesele ne? Gerçekten ulus olmaktan kaynaklı olarak Kürtlerin asgari müştereklerde hakları tesis edilecek mi? Başta dil olmak üzere, vatandaşlık tanımı olmak üzere ve onun ötesinde birçok şey ben en sonda yapılacak olanı getirip işte süreci tıklamak üzere en başa koyma anlamında söylemiyorum. En fazla kayyum veya siyasi tutsakların ve benzeri hasta tutsakların tahliyesi veya infazı yakılanların infazının gerçekleşmesi, bir siyaset kavramıyla söyleyeyim yol temizliği olabilir. Yani sürecin daha fazla nefes almasını, rahatlamasını sağlayabilecek şeyler olabilir. Ben buradan hareketle açık söyleyeyim sürecin somut olarak kendi rolünü oynayabilmesi için önden bunların yapılması pazarlık konusu bile yapılmamalıydı Allah aşkına kendi tabanını bile ikna edemeyen bu iktidar Selahattin Demirtaş'ın 9 yıldır tutuklu olmasını Figen Yüksekdağ'ın 9 yıldır tutuklu olmasını onlardan daha önce tutuklanmış olan Bekir Kaya'nın ve diğer siyasetçi legal demokratik siyaset dışında hiçbir şey yapmamış olmalarının neyi yüzyıllık Kürt meselesinin çözümü konusunda adım olabilir ki bunu böyle kabul etmek mümkün değil. Nedir? Bunlar güven arttırıcı ve hani üretilemeyen o toplumsal rızanın toplumsal rızaya dönüşmesine hizmet edecek ya gerçekten iktidar bir şey yapmak istiyor duygusunu uyandırabilecek hususlar olabilir. Yoksa ben bunları yüzyıllık meselenin çözümüne dair adımlar olarak görmem açıkçası.

Ruşen Çakır: Peki komisyona tekrar dönecek olursak söylediğiniz yani toplanmış olması tek başına bir şey değil. Ne yapacağı önemli dediniz ve komisyona atfedilen en önemli husus örgütün silahsız silah bırakması ve kendini feshetmesinin hukuki altyapısını oluşturmak gibi bir özet var. Öncelikle burada tabii şöyle bir sorun çıkıyor ortaya. Bu çok tartışılıyor. Bu sadece buna özgü bir yasa, yasal düzenleme anayasaya aykırı olur, bundan başkaları yararlanmayacak mı gibi çok ciddi ve önemli bir tartışma var. Ama bir taraftan da buna halel gelmemesi için bu sürece bu tartışmaya girmekten de insanlar biraz ürküyorlar açıkçası. Bu nasıl çözülebilir?
Yıldırım: Her iki taraf açısından da hani memleketteki hem böyle ulusalcı olarak, milliyetçi olarak tanımlayabileceğimiz Kürt damarları açısından gerekse yüzyıllık bir travmaya sahip olan Kürtler açısından söyleyeyim. Biz Kürtler çok fazla mağduriyete ve mazlumiyete yaslanarak siyaset yapamayız veya bir barışı gerçekleştiremeyiz. 100 yıllık acılı tarihi sürekli hatırlatarak önümüzdeki dönemi, geleceği inşa edemeyiz. Bunu söyleyeyim. Aynı şekilde geçmişi geleceğin intikam aracı haline getiren milliyetçi veya ulusalcı Kürt çevrelerinin de söylemlerine takılarak çok yol alamayız. Karşılıklı olarak güven arttırıcı adımların atılmasını söylerken tam da bunu kastediyorum. Türkiye maalesef bu arkaik oryantalist duyguyu aşamıyor. Hep sürekli geçmişi getirip geleceğin önüne bariyer olarak koyuyor. Ben her iki tarafta da geçmişi geleceğin intikam aracı haline getiren sesleri veya homurdanmaları duyuyoruz. Ama bu böyle bir şey değil gerçekten. Modern dünya bize başka bir şey anlatıyor. Modern dünya benzer sorunları yaşamış. Dünyanın farklı bölgelerindeki çatışma çözümleri ile ilgili çok geniş bir repertuar sunuyor önümüze. Biz elbette ne İspanya'daki ne İngiltere'deki ne Güney Afrika'daki ne Uzakdoğu ve Latin Amerika'daki benzer süreçlerin çatışma çözümlerini şablon olarak getirip Türkiye'ye uygulayalım demiyorum. Türkiye'nin kendine ait öznellikleri var. Ama buradaki en temel noktalardan biri biz Kürtlerin mağduriyete ve mazlumiyete yaslanarak geçmişi hatırlatma huyundan vazgeçmemiz lazım. Barışı kalıcılaştırabilmek veya gerçekleştirebilir hale getirebilmek için. Türkiye'deki milliyetçi damarın da şu duyguyu bir türlü aşamadığını düşünüyorum. Allah aşkına hani devlet olmak devlet sahibi olmak başlı başına gerçekten başlı başına bir meşguliyet ve haklılık kazandırır mı? Yani özellikle Türk devlet yapısının Kürtlerle olan yüzyıllık imtihanından söz ediyorum. Milliyetçilerde ve ulusalcılarda hâkim olan duygu ya biz devletiz yani devletle tırnak içinde örgütü nasıl eşleyelim ya mesela örgüt veya devlet meselesinden ziyade 100 yıllık ulus olmaktan kaynaklı hakkı gasp edilmiş 100 yıl boyunca red ve inkâr politikalarına maruz bırakılmış bir gerçeklikten söz ediyoruz. Eğer sadece devlet üzerinden tartışacak olursak o zaman açık söyleyelim. Evet, Kürtler dünyanın devletsiz en büyük nüfusu. Ama bu süreci bir devlet sahibi olarak çözmek istemeyen bir liderlik var. Bir örgüt gerçekliği var. Onun dışında daha realist yaklaşan ve Ortadoğu'daki bölgesel gelişmelerle küresel polarizasyonu göz önünde bulundurarak bir çözüme erişmeye çalışan. Evet, devletsiz dünyanın en büyük nüfusu ama Türkiye'deki hâkim akıl da şunu kabul etmeli ki dünyanın devletsiz de en büyük siyasi gücü oldular Kürtler. Son 30 yılda Allah aşkına Ortadoğu'da birçok devletin göremediği rolü oynayabilecek veya siyasi oyun kurucu pozisyonuna geldiler.

Ruşen Çakır: İsterseniz buradan Suriye'ye geçelim. Şu andaki tıkanıklığın en büyük nedeni olarak Suriye telaffuz ediliyor. Ama, bir süredir Erdoğan'ın ve Hakan Fidan'ın sert çıkışları da pek yok. Tam da ne olduğunu açıkçası bilmiyoruz şu anda. Sizin yakından takip ettiğinizi biliyorum. Suriye'de herkesi tatmin edecek bir çözüm mümkün ve yakın mı? Ve bu tabii ki doğrudan bizim Türkiye'deki süreci yakından ilgilendiriyor.
Yıldırım: Eğer siyasi hesaplar hapsedilmeden daha gerçekçi yaklaşılırsa ben bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Herkes kendi heybesindeki siyasi hesaplara bakarak yol almaya çalışıyor. Bu sürecin önündeki en büyük engel ya. Ben Erdoğan'ın çok fazla Türkiye devlet yapısının bu süreçten nasıl çıkacağı hesabı yaptığını düşünmüyorum. Açık söyleyeyim. Yani hatta Suriye'deki Kürt meselesinin Türkiye ile ortaklaşarak çözülmesinin Türkiye'ye birçok açıdan büyük güç katacağını kendileri de çok iyi biliyorlar. Yani Erdoğan'ın bizzatihi kendisinin ve ekibinin Suriye'deki Kürtlerle ortaklaşarak Suriye'deki bu kaosun giderilmesi yönünde ilerlenirse Türkiye'nin ekonomik olarak, diplomatik olarak, idari olarak ve bölgesel güç olarak kazanacağını iyi biliyorlar. Ama öte yandan heybelerine dönüp bakıyorlar. Peki siyaseten AK Parti ne kazanacak diyorlar. Ben işin orada tıkandığını düşünüyorum. Yani ben bugünkü hesabın küçük bir hesaba hapsedildiğini düşünüyorum. Yani siyasi hesaplar üzerinden çok ilerlenemeyeceği belli. Bırakalım Türküyle Kürtüyle bu devlet ve bölgesel olarak bu ülkeyi oluşturan 86 milyon insanın akrabalarıyla, soydaşlarıyla herkes kazansın. Yani güneyimizdeki Irak Federe Kürt devletiyle de, Suriye'deki işte adına kuzey ve doğu Suriye denilen Rojava bölgesiyle de Ankara ortaklaşarak kazansın. Yoksa öbür türlü Şara’ya destek vererek Suriye'deki kaosun derinleştirileceğini Türkiye'deki devlet aklının veya en azından ülkeyi yönetenlerin çok iyi bildiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Meslektaşımız Kassargian herhalde iki gün önceEsad'ın devrilme hikayesini bazı gizli kodlarla birlikte açıklamaya çalıştı. En azından Şara’nın getirilmesinin ardında uluslararası bir konsensüsün var olduğunu ve bunda da Türkiye'nin önemli rol oynadığını anlıyoruz.
Yıldırım: Ama Türkiye şunu bilmez miydi acaba? Şara gelirse Suriye'nin dış müdahaleleri özellikle de İsrail müdahalesine daha açık hale geleceğini öngörebilmeliydi. Çünkü meşruiyeti olmayan zayıf bir hükümet, üstten indirgemeci bir hükümet, uluslararası terör örgütleri listesinde yer alan bir örgüt ve onun lideri getirilip Şam'da cumhurbaşkanı geçici de olsa olarak oturtulursa İsrail'e sınır tanımaksızın Suriye'nin her yerine askeri operasyon yapmasının meşruiyeti oluşmuş oluyor. Oysa Sara dışında oradaki bütün renkleri temsil eden ortak bir duyguyu temsil eden bir hükümet kurulmuş olsa ve onu da geçiş hükümeti olarak herkesin kendi aidiyet ve sahiplenme duygusunu güçlendirebileceği bir Suriye inşasında bu kadar kolay Suriye'nin içlerine uluslararası ve bölgesel güçlerin müdahale edemeyeceğini Türkiye hesaplayabilmeliydi. Biliyordu ama bir şekliyle dediğim gibi kendi siyasi hesaplarından ve bunlara hapsolmuş olan duygularından kendini kurtaramadılar.

Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla İmralı'daki görüşmelerde en önemli hususlardan birisi bu. Ve şu haliyle Ankara'nın istediği bir formülü Öcalan onaylamamış gözüküyor. Yani Öcalan'a rağmen oradaki yapılanma PYD, YPG, SDG böyle bir tavır alıyor olabilir mi?
Yıldırım: Ben sanmıyorum ama bilmiyorum. Benim edindiğim bilgiler biraz daha farklı. O da şöyle, son iki İmralı görüşmesinde, bir yıl hatta biraz daha aşkın süredir devletle yaptığı görüşmelerde söylediği hiçbir sözden geri dönmediğini ama söylemediği hiçbir şeyin kendisine mal edilmesini de istemediğini söylüyor. Elbette oradaki Kürtlerin de içinde olmak üzere Suriye'deki halkların hakları tesis edilirken Ankara'nın sinir uçlarına dokunulmaması ve tepkisinin çekilmemesi hatta Ankara ile mümkün olduğunca ortak noktaların büyütülmesi ve öne çıkarılmasını istiyor. Eğer bu hani bugünkü Şam rejimiyle ortaklaşmaysa ortaklaşılabilinir. Ben Sayın Öcalan'ın yaklaşımının bu olduğunu biliyorum ama Türkiye'nin gelinen nokta itibariyle ondan istediği şeyin Şam'la veya Ankara'yla ortaklaşma değil, Şam'a teslimiyet olduğu gerçeğini itiraz ediyor. Benim de öğrendiğim bu görüşmelerden bilgi bu. Hani ortaklaşmaya evet ama teslimiyete hayır. Gerçekten hepimiz Ortadoğu can pazarı insan ölümünün, hak yaşam hakkının hiçbir kıymetinin kalmadığı yani belki de uygar dünyada bu kadar hani insan için böyle bir kıyası şey yapmak istemem. Türcülük olarak algılanmasın. Bu kadar hayvanın bile sorgusuz, sualsiz, kolay öldürülemeyeceği uygar dünyada Ortadoğu söz konusu olunca kitlesel kıyımların gerçek bulduğu bir yerde insanları savunmasız bırakacak ve geçmiş, yakın geçmiş sicili çok kötü olan, yaşam hakkını kitlesel olarak ihlal etmiş olan bir kişinin Şam'da cumhurbaşkanı olarak bulunduğu bir gerçeklikte onlara teslimiyetin yarın bir gün Kürtlerin de diğer halkların da başına neler getireceğini herhalde hepimiz tahmin edebiliyoruz. Sonuç olarak ez cümle şunu söyleyebilirim. Ben hani Türkiye'deki süreçle ilgili olarak evet bunun gerçekten Suriye ile çok sıkı bağları var. Orayla senkronize yürüyor. Buna kapalı değil. Sayın Öcalan ile devletin bugün gelinen nokta itibariyle ortaklaşmaya evet, uzlaşmaya evet ama teslimiyete hayır noktasında tıkandığını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki bu bağlamda şeyi de sorabilir miyim? Bir efsane demin siz de bahsettiniz. İsrail meselesi. Kürtlerin İsrail'le iş birliği ya da PKK'nın ya da işte SDG'nin işbirliği yapması üzerine Öcalan'la görüşmelerde de çok şey geliyor. Bize çok kapımızı çalıyorlar diye anlatıyorlar. Hatta İsrail mi, İran mı diye soruyor ve hatta bir tane görüşme notunda ben saymıştım. Eee 25 kelimede İsrail lafı geçiyor. Öcalan’ın gündeminde de çok ciddi var. Şimdi bu gerçekten böyle bir ihtimal var mı? Yani bir stratejik işbirliği ihtimali var mı?
Yıldırım: Ben stratejik iş birliğinin olduğunu değil ama bölgesel olarak ortak kesişme noktalarının olduğunu düşünüyorum. Yani bu böyle tercihen yapılmaktan ziyade süreç içerisinde bölgesel gelişmeler içerisinde böyle bir şeyin kesişme noktalarının olduğunu düşünüyorum. Düşünün. Şara'nın teslimiyetçi yaklaşımı Kürtlerin de karşı duracağı bir şey. Süveyde'de bundan ik ay önce Dürzilere karşı yürütülen katliamda olduğu üzere İsrail'in de karşı duracağı bir şey. Bu bazen tercihen değil de süreç içerisinde kendiliğinden gelişebilen hususlar olabileceğini düşünüyorum. Ama ben hani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir Kürt yurttaşı olarak Kürtlerin 100 yıllık sorunu tamir ederken 1000 yıldır birlikte yaşadığı bir halkla karşılaşmadan ortaklaşma noktalarını büyüterek bu sorunu aşabileceğini düşünüyorum. Yeter ki buna hani psikolojik olarak kendilerini açık tutsunlar. Geçmişe çok takılıp kalmasınlar. Kürtlerin de herkesle diplomasi yürütmesi gerektiğini ama bu diplomasi yürütürken de 1000 yıldır birlikte yaşadığı bir halkın hilafına değil de onlarla birlikte kazanımlarını artırabilecek bir izlekle gitmesinin doğru olacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Son olarak şöyle bir soru sormak istiyorum. Sürecin gidişatı için hızlı bir şekilde yapılmasını beklediğiniz ve umduğunuz, önerdiğiniz ne var? Neler var?
Yıldırım: Açıkçası belki de iki hafta sonra çok farklı şeyler konuşuyor olabileceğiz. Çok büyük bir siyasi gelişmeden ziyade ik hafta sonra meclis açılmış olacak ve komisyonun kendi içinde gerçekten Türkiye'nin çok farklı kesimlerini barındıran iş insanlarını, akademisyenleri her iki taraftan da yakınlarını kaybetmiş olanları, işin uzmanlarını, eski meclis başkanlarını ve çoğaltabileceğimiz bir geniş repertuarda dinlemeler yaptılar. Bu dinlemelerde gerçekten sadece dinlediler mi? Sadece bir komisyon mu kurdular yoksa bunların meclis zemininde bir çıktısı mı olacak? Onu göreceğiz. En azından hemen 1 Ekim günü değil ama 15 Ekim'e kadar biz gerçekten bu komisyonun ne için kurulduğunu anlamış olacağız. Yoksa oraya gelenlerden işte farklı acıları kendi bagajında taşıyanlar için söylüyorum. İşte geçen hafta yapılan bir görüşmede Hüda Par’a müzahir olan bir yöneticinin gelip geçmişi kaşıyarak o kabuk bağlamış yaraları yeniden kaldırarak kanatarak bir söylem kurması nasıl ki çok fazla bizi ileriye götürmeyecekse kaldı ki ben orada da hani bir şekliyle onun çok fazla üzerine gitmek olayı büyütüyor veya toplumsal yarılmayı derinleştiriyor. Ama onun dışında ivedi olarak ne yapılması gerekiyor sorusuna başta Sayın Erdoğan olmak üzere “bu işin aktörü olan bütün çevrelerin siyasi hesaplarını bu ülkenin geleceğinin önüne koymaması gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten herkes kendi siyasi çıkarlarını bu ülkenin önüne değil de daha gerisine atmaya başlar ve ülkenin ortak çıkarlarını öncellerse bu işin kolay olduğunu eğer bunu yapmazlarsa önümüzdeki dönemde hani ben bu sürecin kolay biteceğine inananlardan değilim. İlerleme olmasa da bitmeyecek diye düşünüyorum. Birinci süreçten farklı olarak gerçekten bu işi bozanın toplumsal duyguda işi bozanın bir şekliyle siyasi fatura ödeyeceği bir süreci yaşıyoruz. Belki birinci çözüm sürecinden farklı olarak bunu söyleyebilirim. Yoksa ben kendi siyasi yol arkadaşlarımla da farklılaştığım bir noktayı söyleyerek bitireyim. Herkes Erdoğan 7 Haziran'da kaybettiği için süreci bitirdiğini söylemişti. 7 Haziran 2015'te seçimi kaybettiği için bizi ben buna hiçbir zaman inanmadım. Bugün de o noktada değilim. Erdoğan 2,5 yıldır yürüttüğü süreçten vazgeçtiği için kaybetti 2015'te. Çünkü sizin de elbette yani yakın geçmiş siyaset tarihine dair ciddi bir hafızanız vardır. 3 Ocak 2013 günü Ahmet Türk ve Ayla Akat'a İmralı Adası'na giderek birinci çözüm süreci başlamıştı. Öyle tarihlendiriyoruz Ruşen Bey. O süre içerisinde Erdoğan iki seçim kazandı. Sürece dönük sahiplenmesi yüksekken, bir de bunun üzerine 2013'ün sonunda 17-25 Aralık olayı olmuştu. Buna rağmen sürece sahip çıkarak hem Mart 2014 seçimlerinden zaferle çıkmıştı ki en yüksek yerel seçim oyuna ulaşmıştı. Hem de 10 Ağustos 2014 günü cumhurbaşkanlığı seçimini tek başına bir partiyle kazanmıştı. Hatırlarsanız CHP ve MHP Ekmelettin İhsanoğlu'nu destekliyordu, dönemin HDP'si ise Selahattin Demirtaş'ı ilk cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkarmıştı. Buna rağmen sürece sahip çıkarak iki seçim kazanmışken özellikle 28 Şubat mutabakatından vazgeçerek seçim ben seçimi kaybettiğini düşünüyorum. Hani Erdoğan seçimi kaybettiği için süreci bitirmedi. Süreci bitirdiğini biz çok önceden biliyorduk zaten. Ve ne zaman bitirmişti onu da söyleyeyim. 28 Şubat mutabakatından 4 ay önce 30 Ekim 2014 MGK toplantısından sonra bitirdiğini zaten o MGK bildirisiyle açıklamıştı. Bambaşka bir MGK bildirisi yani birinci çözüm sürecinin hilafına bir sonuç bildirgesi yayınlamıştılar MGK'dan ve 7 Haziran 2015 seçimlerinin kaybediş hikayesi orada başlamıştı. Bu sebeple yine aynı şeyi söyleyebilirim. Bu defa daha ağır bir siyasi fatura öderler. Kim? Bu süreçten vazgeçerse bunu sadece Erdoğan ve partisi için söylemiyorum elbette. Aynı şekilde demokratik Kürt siyaseti için de veya Kürt hareketi için de söylüyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler. Evet HDP eski Milletvekili Ahmet Yıldırım'la süreç niye tıkandı? Nasıl aşılabilir? Bunları konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
27.09.2025 Trump’ın ipiyle kuyuya inilir mi?
26.09.2025 Trump’ın bahşettiği meşruiyetle nereye kadar gidilebilir?
24.09.2025 Cihatçılar ve Batı: Kim kimi kullandı, kullanıyor ve kullanacak?
22.09.2025 Süreç neden tıkandı? Önü nasıl açılabilir? Ahmet Yıldırım ile söyleşi
22.09.2025 Erdoğan ile Özel arasında Boeing polemiği: Kim haklı?
21.09.2025 AK Parti’de yaprak dökümü: İl başkanları niçin istifa ediyor?
21.09.2025 Sezgin Tanrıkulu: “Erdoğan bizi masadan, komisyondan kaldırmak için elinden geleni yapıyor”
20.09.2025 İmamoğlu “muhtar bile olamaz” mı?
19.09.2025 Ali Erbaş’ı nasıl bilirdiniz?
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı