Trump’ın bahşettiği meşruiyetle nereye kadar gidilebilir?

26.09.2025 medyascope.tv

26 Eylül 2025’te medyascope.tv'de yaptığım değerlendirmeyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’de ilginç bir büyükelçisi var. Aynı zamanda ABD’nin, Donald Trump’ın Suriye özel temsilcisi Tom Barrack, diplomasiyle alakası olmayan bir iş insanı. Ortadoğu kökenli kendisi ve Trump’ın çok yakın arkadaşı ve en büyük destekçilerinden birisi. Destekçi derken de özellikle mali açıdan destekçi çünkü kendisi çok zengin birisi ve Tom Barrack konuştukça hep bir şeyleri açığa çıkarıyor ya da karıştırıyor.
Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika’da bulunduğu bir sırada ve Beyaz Saray görüşmesinden hemen önce New York’ta bir toplantıda Türk-Amerikan ilişkileri üzerine çok ufuk açıcı şeyler söyledi. Gerçekten ufuk açıcı çünkü yıllardır konuşulan bazı meseleler var. Biz de bunu neredeyse 10 yıldır ‘‘Transatlantik’’te Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la bunları konuşuyoruz. Mesela ne? S-400’ler. Rusya’dan alınan hava savunma sistemleri. Bunun alınması nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen yaptırımlar ve Türkiye’nin başlatıcılarından olduğu F-35 programından çıkarılması ve yeni F-16’lar verilmesinin engellenmesi. Bunlar birbiriyle bağlantılı sorunlar. Bir diğer olay, son günlerde gündemden düştü ama hâlâ bir şekilde kriz meselesi: Halkbank olayı var. Türk-Amerikan ilişkilerinin başka hususları da var ama en kırılgan hususları bunlar. Ve bu Trump’ın ikinci kez başkan olduğu zaman yine Türk-Amerikan ilişkilerinde karşısına çıkan meseleler.
Ve burada bu konularda Barrack şöyle söylüyor, olduğu gibi okumak istiyorum, çok önemli çünkü: ‘‘Herkes diyor ki, harika bir NATO müttefiki, ordu açısından NATO’nun en büyük ikinci müttefiki… Evet, hepsi doğru. On yıldır aynı meselelerle uğraşıyoruz. Ama bu meseleler on yıldır devam ediyor: S-400’ler, F-35’ler, F-16’lar, Halkbank. Bu bir karmaşa,’’ diyor Barrack. ‘‘Dost mu düşman mı? Rusya ile iş yapıyorlar. Onlar muhafazakâr Müslümanlar,’’ yani Erdoğan’ı kastediyor. ‘‘Kimilerine göre de onlar saldırgan Müslümanlar. Müslüman Kardeşleri kınamadılar.’’ Burada esas husus Mısır’a gönderme olsa gerek. ‘‘Haması kınamadılar. Hep aynı kafa karıştırıcı meseleler. O yüzden başkanımız diyor ki: ‘Biliyor musunuz, bunların hepsinden yoruldum.’’’ Trump böyle diyormuş. ‘‘Bunların hepsinden yoruldum. Cesur bir adım atalım ve ilişkiyi ilişki bazında kuralım. Onlara ihtiyaç duyduklarını verelim.’’ Türkiye’nin, Erdoğan’ın Türk-Amerikan ilişkilerinde en çok ihtiyaç duyduğu şey nedir? Sayılabilecek birçok şey var ama Trump’ın gözünde işte en hassas nokta bu: ‘‘Onlara ihtiyaç duyduklarını verelim. Meşruiyet (legitimacy - İngilizce).’’ Bu çok çarpıcı bir tespit. Böyle gayet normal bir şekilde söyledi, videoyu izlediğinizde görmüşsünüzdür. Barrack çok sıradan bir şeymiş gibi. Ve Trump, Erdoğan’a meşruiyet sunuyor. Meşruiyet karşılığında Erdoğan’la birtakım ilişkiler geliştirmek istiyor. Ve zaten sonra Barrack diyor ki: ‘‘Dünyadaki en büyük F-16 alıcısı bunlar. Niye onlara F-16 satmayalım? Bu, Lockheed’i (F-16 üreticisi, büyük silah şirketi) ayakta tutuyor,’’ diyor. ‘‘Biz onlara niye F-35 vermeyi engelliyoruz?’’ diyor.
Şimdi bu bir al-ver ilişkisi. Tamam. Para karşılığı Türkiye savunma sanayi için onu istiyor. Siz de para kazanmak için bunları satıyorsunuz. Şudur, budur. Bunlar olabilecek şeyler. Ama buradaki en kırılgan nokta, en ilginç nokta ‘‘meşruiyet.’’ Meşruiyet bahşediyor ABD. Şimdi nedir bu meşruiyet? Mesela Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda  Ahmed eş-Şara yıllar sonra konuşan ilk Suriyeli yönetici oldu. Buna bir meşruiyet verdi. Kim verdi? Trump verdi, Birleşmiş Milletler verdi. Diğer Birleşmiş Milletlerin önemli ülkeleri verdi ama en çok da en önemlisi Trump verdi. Trump başından itibaren eş-Şara yönetimini tanıdı. Yaptırımları kaldırıyor. Kendisine konulmuş olan ödülü kaldırdı. Örgütünü terör örgütü listesinden çıkarıyor. Bunların hepsi bir meşruiyet veriyor. Diyor ki: ‘‘Tamam, bunlar bitti. Sen meşru bir siyasi aktörsün,’’ diyor.
Niçin yapıyor? Çünkü Suriye ile ilgili birtakım hesapları var. Bunlar büyük ölçüde ticari hesaplar, onlardaki doğal kaynaklar, stratejik hesaplar, İsrail’le ilgili hesaplar, şu, bu. Ama orada eş-Şara’ya bir meşruiyet tanıyor. Onun New York’ta konuşma yapmasına izin veriyor. Ama buna karşılık dünyanın birçok ülkesinin gözünde en meşru şahsiyetlerden Mahmud Abbas’a, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a vize vermiyor. Onu meşru görmüyor. Çünkü Mahmud Abbas’ın varlığı, statüsü olan bir Filistin’in varlığı Trump’ın hoşuna gitmiyor. Onda bir çıkar görmüyor. Tam tersine çıkarlarına aykırı bir şey görüyor. Mahmud Abbas’a vize vermiyor. O da online olarak Birleşmiş Milletler’de konuşuyor. Bunları çoğaltabiliriz. Siz bir yere yaptırım uyguladığınızda, birisini terör örgütü ilan edip diğerini özgürlük savaşçısı ilan ettiğinizde birisini gayrimeşru kılıyorsunuz, birisini meşru kılıyorsunuz ve ona alan açıyorsunuz.
Şimdi burada Türkiye’den bahsederken: ‘‘En çok ihtiyacı olan şeyi verelim, meşruiyet,’’ derken neyi kastediyor? Zaten konuşmanın bir yerinde Tom Barrack onu söylüyor: ‘‘Türkiye’de bir demokrasi var ama biraz otoriter,’’ diyor. Türkiye’deki otoriterliğin getirdiği bir meşruiyet sorunu var. Türkiye’deki içişlerinde yaşanan birçok şeyle ilgili, mesela CHP’ye operasyonlar, çok sayıda kişinin düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü iptal edilerek gözaltına alınması, tutuklanması, Türkiye’de hukuk devletinin rafa kaldırılması... Bütün bunlar Türkiye’deki Erdoğan yönetiminin meşruiyetini Batı nezdinde sarsan hususlar. Geçmiş örneklere baktığımızda Batı, ABD de dâhil olmak üzere, Türkiye’yi ve başka ülkeleri içişlerinden dolayı eleştirip onunla ilişkilerini ona göre düzenleyebiliyorlardı. Ve burada bir meşruiyet sorunu vardı. Trump olayı böyle görüyor ve diyor ki: ‘‘Türkiye’dekilerin en büyük ihtiyacı meşruiyet. Onlara o meşruiyeti verelim. Yani ülkelerinde — bu zorlama gelebilir kimilerine ama bence hiç zorlama değil— ne yaptıkları bizi çok fazla ilgilendirmez. Bizim için önemli olan ilişki bazında ilişki.’’ Yani ‘‘Ben sen benden ne istiyorsun? Uçak mı istiyorsun? Tamam, ben senden bunun karşılığında para istiyorum. Ben senden bunun karşılığında belki ordunun şurada barış gücü olarak bulunmasını istiyorum.’’ Belki başka şeyler isteyecek. Böyle bir alışveriş üzerine kurulu olan ve onun dışındaki şeylere karışmayacağını söyleyen bir tutum.
Ve burada tabii ki bunu nasıl yapıyor? Şimdi bir meşruiyet sorunu var ve meşruiyet bahşediyor çünkü emperyal bir güç, emperyalist bir ülke. Türkiye’ye böyle bir şey söylüyor. Türkiye’nin Trump’a meşruiyet sunması diye bir şey olabilir mi mesela? Diyelim ki Türkiye’yi yönetenler dediler ki: ‘‘Trump yönetimi meşru değil, biz onunla ilişki yapmıyoruz.’’ Trump bundan etkilenmez ya da çok az etkilenir, öyle diyelim. Ama ABD’nin bir şekilde Türkiye’yi, Türkiye’deki yönetimi kara listeye alması, gayrimeşru görmesi Türkiye’deki birçok işi değiştirir. Ve bunu çok iyi biliyor. Ve Trump elindeki en önemli silahın bu olduğunu biliyor. En önemli kartın bu olduğunu biliyor ve bunu kullanıyor. Sonuçta bu Türkiye’nin ulusal egemenliği ile ilgili çok ciddi bir sorun. Yani bir Türkiye’de siyasi bir yönetimin meşruiyetinin kaynağı nedir? Millettir. ‘‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir.’’ Sandıktan çıkar bir yönetimin meşruiyeti. Bu sandıkta çıkan bir cumhurbaşkanı ya da başkan var ve bu başkan meşru. Kimileri onu meşru görmeyebilir ama sonuç olarak Türkiye standartlarında, Türkiye’nin içerisinde meşruiyetin kaynağı sandıktır. Ama Trump diyor ki— sadece Türkiye için demiyor bunu tabii ama özel olarak Türkiye için burada çünkü doğrudan Barrack Türkiye’ye gönderme yapıyor— ‘‘Bizim için önemli olan ilişkilerdir. Biz onların ihtiyacı olan meşruiyeti veririz.’’ Bu aynı zamanda şu demek: ‘‘Biz onların meşruiyetini sorgulamayız. Bizle kurdukları ilişkiye bakarız, gerisi bizi ilgilendirmez,’’ diyor ve böyle bir realiteyle yaşamak durumundayız. Çok da fazla artık söylenecek bir şey yok. Tabii burada önemli olan bunun aleni bir şekilde söylenmesi. Yani sonuçta bunu söylediği zaman ‘‘A olur mu, nereden çıktı, Allah Allah!’’ diyen çok yok. Buradaki mesele bunun alenen çok normal bir şeymiş gibi söylenmesi. Buna ne denir? Şimdi bu bir diplomat olsaydı, Tom Barrack diplomat olsaydı buna söylenecek olan şey küstahlıktı ama diplomat olmadığı için tam olarak onu söylemekte açıkçası zorlanıyorum.
Tabii buradaki sorun şu, başlığımıza gelecek olursak: meşruiyetini Trump’tan alan bir yönetim ya da Trump’ın meşru görmesi bir yönetim için yeter mi? Önemli olan o ülkenin, halkının, toplumunun o kişileri ya da o yönetimi kendisine seçmesidir. Şu anda meşru bir cumhurbaşkanı, meşru bir parlamentomuz var ama bir sonraki seçimde neyin olacağına kararı bu halk, bu millet verecek. Trump vermeyecek ve Trump ondan sonra eğer yönetim değişirse o yönetimi meşru görür mü görmez mi, o onun sorunudur. Bir yönetimin meşru olup olmadığı, ülkemizi yönetenlerin meşru olup olmadığı Trump’ın değil, bizim sorunumuzdur.
Kime ithaf ediyorum? Neşet Ertaş’a. Dün ölüm yıl dönümüydü. Neşet Ertaş 2012 yılında 74 yaşında aramızdan ayrıldı. Ne deniyor ona: Bozkırın Tezenesi. Yani Bozlaklar, türkülerle... Ama çok emek vermiş bir sanatçı. Ve babadan gelen... Muharrem Ertaş. Bizim çocukluğumuzda radyolarda Muharrem Ertaş vardı. Daha sonra oğlu girmeye başladı devreye. Çok çileli bir hayatı olmuş. Önemli bir bölümünü Almanya’da geçirmiş. Çok farklı bir insan, çok farklı bir sanatçı. Söylenecek çok şey var ama söylenen şeylerin hepsinin bir saygı ve takdirle olduğunu biliyoruz. Zaten hayatını kaybettiğinde Türkiye’de herkes onun için üzüldü, ona rahmet diledi. Bambaşka bir insan. Türkiye’de pek olmayan türden, yani genellikle bazı sanatçılar bazı kesimlerin daha çok sevdiği isimler olur. Neşet Ertaş o anlamda herkesi birleştiren, nevi şahsına münhasır, doğal bir isimdi. Söyledikleri ve bunları hem kendi yazdığı türküler hem topladığı, derlediği şeyler bayağı emek verilmiş işler. Yani böyle bir hazıra konan, başkalarının yaptığını seslendirip piyasaya süren birisi değil. Kendisi arayan, bulan, yaratan bir isim ve o anlamıyla bakıldığı zaman komple bir sanatçıydı. Kendisini saygıyla ve rahmetle anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
27.09.2025 Trump’ın ipiyle kuyuya inilir mi?
26.09.2025 Trump’ın bahşettiği meşruiyetle nereye kadar gidilebilir?
24.09.2025 Cihatçılar ve Batı: Kim kimi kullandı, kullanıyor ve kullanacak?
22.09.2025 Süreç neden tıkandı? Önü nasıl açılabilir? Ahmet Yıldırım ile söyleşi
22.09.2025 Erdoğan ile Özel arasında Boeing polemiği: Kim haklı?
21.09.2025 AK Parti’de yaprak dökümü: İl başkanları niçin istifa ediyor?
21.09.2025 Sezgin Tanrıkulu: “Erdoğan bizi masadan, komisyondan kaldırmak için elinden geleni yapıyor”
20.09.2025 İmamoğlu “muhtar bile olamaz” mı?
19.09.2025 Ali Erbaş’ı nasıl bilirdiniz?
28.09.2025 Bazı muhalif medya kuruluşları ve siyasetçilerin hiç tuhaf olmayan süreç karşıtlığı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı